DİJVAR ARDİL
 
EKSILEN HER YANIMA ADINI VERDIM
HİÇ KİMSE KENDİNİ PAHALI ZANNETMESİN HERKEZİN İNDİRİM GÜNÜNÜ BİLİRİM...  
  ANA SAYFA
  MESAJ
  GİRİŞ
  İMKANSIZIMSIN
  KARIŞIK AŞK VS MASAL VE HİKAYELER
  HEM DAMAR HEM İSYAN
  AŞK BURADA
  YAŞANMIŞ AŞK HİKAYELERİ
  FENERBAHÇE RESİMLERİ ( A -- Z )
  DAMAR SÖZLER
  Foto Galeri
  SÜPER ŞİİRLER
  İSYAN SÖZLERİ
  Ziyaretçi defteri
  ATA SÖZLERI VE FIKRALAR
  GÜNAYDIN MESAJLARI
  KOMIK RESIMLER
  ANKET
  YURDUM İNSANI TATİLDE
  MODIFIYELI ARABALAR
  MAKYAJSIZ ÜNLÜLER
  NURSEL ERGİN
  GÜZELLER GALERİSİ
  15+ TÜRK ÜNLÜLER
  AMATÖR KENDİNİ ÇEKEN KIZLAR
  SARHOŞ KIZLAR ÇILDIRMIŞ
  üstsüz pozlar başına iş açtı (Sofya Rudneva)
  TÜRK PORN YILDIZLARI
  PLAYBOY YILDIZLARI TOP 11
  MİNİ ETEK KAZALARI
  SARIŞINMI ESMERMİ
  ETEK ALTI
  AYNAYA BAKMAYI SEVEN KIZLAR
  BU KIZLAR ŞAŞIRMIŞ
  ASUMAN KRAUSE & AYSUN KAYACI
  ERKEKLER NELERDEN HOŞLANIR ,NELERDEN HOŞLANMAZ
  EN İYİ GİYİNEN ERKEKLER
  ERKEKLER BU KIZLARDAN HANGİSİNİ SEÇER
  CİNSELLİK TAVSİYELERİ
  İYİ ÖPÜŞMENİN 18 KURALI
  NASIL KIZ TAVLANIR
  NASIL ERKEK TAVLANIR
  KADINLAR NELERDEN HOŞLANMAZ
  ALLAHTAN KADINIM DEDİRTEN 100 NEDEN
  ALLAHTAN ERKEĞİM DEDİRTEN 100 NEDEN
  KADINLAR NE İSTER
  ERKEKLER NE İSTER
  ERKEKLERİN KADINLAR HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ
  KADINLARIN ERKEKLER HAKKINDA DÜŞÜNCELERİ
  ERKEKLER HAKKINDA BİLİNMEYEN ÇOK SORULAN SORULAR
  CİNSELLİKTE KADINLAR & ERKEKLER
SEN BENIM EKSILEN YANIMSIN
KARIŞIK AŞK VS MASAL VE HİKAYELER



BİR AŞK MASALI

Binlerce renk renk çiçeğin açtığı, bitkilerin bittiği, sürü sürü kuşların geçtiği, pırıl pırıl suların aktığı, çeşit çeşit hayvanların barındığı bir dağın yamacında güzeller güzeli Dilara adında bir kız yaşarmış. Her sabah kalkar huzur ve esenlik içinde türküler, şarkılar söylermiş… Kiraz dudaklarından tane tane mutluluk dökülürmüş yamaçlara…

Dilara her sabah uyandığında dağlara bakıp yüreğini bin çeşit renkle nakış nakış işler, güneşin rengiyle sevgisini, umudun mavisiyle umudunu süsler, çağlayan sulara, esen rüzgarlara bakıp bakıp sevinç pırıltılarını serpermiş gözlerinden…

Henüz bakir doğası insanlar tarafından kirletilmemiş, bozulmamış; yalanın, dolanın, kokuşmuşluğun hiç uğramadığı bir yermiş burası... Dilara’nın sevgisi yeryüzündeki çiçeklerin renkleri gibiymiş… Baharın sevgilisi, nisanın ilk aşkı, masumluğun sultanı, suların saflığıymış Dilara’nın güzelliği…

Nisanın ilk gözağrısıymış Dilara… Baharın ilk öpücükleri değdimi narin kirpiklerine, uyanıverirmiş tüm çim – çiçek, börtü - böcek..

Hoyrat rüzgarlar inzivaya çekildiğinde, bahar rengi ılık ılık meltemler sararmış ince belini Dilara’nın, incecikmiş yüreği de tıpkı beli gibi… İpekten teni varmış, gün ışıdımı pırıltılar dans edermiş saçlarında, pırıl pırıl suların üzerine vuran güneş ışıkları gibi…

Dilara her sabah erkenden kalkar çiçeklerle koklaşır, laleleri okşar, kuşlarla, kelebeklerle konuşur, dağ tepe demeden güneşe gülümseyerek mutlu bir şekilde kuzularının peşinde dolaşır dururmuş... Her seher bereket tohumları ekilirmiş dağların doruklarına, umut umut yeşerip halaya dururmuş çiçekler her bahar Dilara’nın güzelliğinde...

Bir gün hiç beklemediği bir anda karşısına genç bir adam çıkıvermiş, şiirler okumuş ay ışığında, şarkılar söylemiş, masallar anlatmış Dilara’ya. Sık sık buluşmuşlar... Sevdalanmış sonra Dilara, bırakmış kendini kollarına genç adamın hiç bir kötülük düşünmeden, başlamış rüyalarda, masallarda yaşamaya...

Çiçekleri, kuşları, kelebekleri bırakıp gece gündüz genç adamın hayaliyle yaşamaya başlamış... Sevdası yeryüzüyle, gökyüzünün sevdası kadar büyük; suyla, çiçeğin aşkı kadar da masum ve temizmiş... Sonra sevdasını açmış büyüklerine Dilara, hoş karşılamışlar kızlarının sevdasını, evlenmelerine izin vermişler... Davul zurna eşliğinde üç gün üç gece düğün olmuş, halaylar çekilmiş, inlemiş dağ taş...

Bir seher vakti uyandığında canından bir parça eksilmiş gibi irkilmiş Dilara. o canı gibi sevip bağlandığı adam buralardan sıkıldığını, kendisini unutmasını isteyip bir kağıt parçası bırakarak çıkıp gitmiş... Oysa aynı adam her sabah uyanır uyanmaz “sen dünyanın en güzel varlığısın, seni ölümüne seviyorum”diye övgüler dizermiş Dilara’nın gözlerinin içine bakarak... O zaman bütün yeryüzü, gökyüzü Dilara’nın olurmuş...

Çünkü dünyada ki; tek güzel Dilara değilmiş, her yerde kandırılacak dünya güzeli yüzlerce Dilara bulunurmuş yüzsüzler, yalancılar, sahtekarlar için...

O gün ilk kez ağlamış Dilara, mavi mavi pınarlar akmış gözlerinden. Ceylan gözleri o gün ilk kez üzgün bakmış dağlara... Aylarca belki döner umuduyla uçan kuştan, esen yelden haber beklemiş, dalgın dalgın bakmış sulara... Ama ne gelen olmuş ne de giden...

Huzuru ile beraber mutluluğu, sevinci de parçalanmış. Daraldıkça çıkıp bir dağ başına yankılı kayalara haykırmış içindeki ateşi... Bazen sessizce solumuş bir hazan yaprağı gibi, içi kanamış her baktığında dağların doruklarına... Gözpınarlarından akan damlalar bir nehir gibi süzülerek Munzur suyunun esrarengizliğine karışmış.... Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi uçmak istemiş masmavi gökyüzüne ama uçamamış...

Uçuşan düşlerini önüne katıp götürmüş yüreğindeki fırtına, geride bir kırık ömür, yorgun gecelere asılı birkaç tebessüm kalmış yalnızca.

Bir hazan çiçeği gibi solmuş günden güne Dilara. Derin okyanuslar dökülmüş yapraklarından her ağladığında.. Sevdanın kor yangını düşmüş yüreğine bir kez…

Bir zamanlar tan kızıllığı yamaçlara vurduğunda rüzgarın şarkısını söylermiş, dağlar, pınarlar, kayalar Dilara’nın yüreğinde. Bir dağ çiçeği gibi yaprağına sığınırmış üşümemek için Dilara... Ama artık suskunmuş dağlar…

Yağmurun gözyaşlarına karıştığı bir gece dönmüş yüzünü ve bırakmış kendini kayalardan aşağı ölmek istemiş Dilara...

Yalancıların, sahtekarların, acıların var olduğu bir dünyada yaşamak istememiş...

Bütün çiçekler kendi dillerince konuşmuş, üzüntülerini haykırmış dağlara… Ağlamış rüzgarlar; Bir tek laleler boyun büküp susmuş Munzur’da… Yüreğini açıp ses vermemişler… Suskunluğunda saklamışlar sırlarını, sevgileri söyleyemeyecekleri kadar çok şey anlatmış dağlara… Bu yüzdendir ki; Munzur’da bütün laleler boynu büküktür… Hep narin, ince, suskun ve asil durur…

Sonra zaman geçmiş, gözyaşları betonlaşmış, çiçekler kokusunu yitirmiş, o güzelim dağlar kötülüklere esir düşmüş... Kayalar ağlamaya başlamış her gece... Ay ve yıldızlar doğmamış bir daha o kayaların üstüne, kuşlar uçmamış, her gece rüzgar esmiş çığlık çığlığa. O gün bu gündür ‘Çığlık kayası’ olarak kalmış ismi...

O günden bu güne sevginin, masumluğum,
temizliğin timsali olarak hala onun sevgisi konuşulur oralarda. Kimi kez onu “Çığlık kaya”nın başında sevgilisini seslerken geyiklerin içinde görüldüğünü söylerler, kimileri bir pınarın başında geyiklere su içirirken.

Herkes yok olmuş, yalan olmuş, masal olmuş ama o hep var olmuş, dünya döndükçe de var olacak dağlar kızı Dilara...
İşte böyle olmuş, böyle anlatılmış yıllar yıllı bu dağ masalı...

Bir dağ başıydı sevdası
sevdalanmıştı bir kez Dilara
kardelenler kadar aktı sevdası
kar kadar masum ve temiz
ve de,
sevmişti bir kez delicesine...

Ve sonunda terk edildi
sevgi bilmezlerce
bir sevda sözü geride kaldı
bir de dağ gibi sevdası
bakamadı kimsenin yüzüne Dilara
vefâ sözü, sevdâ sözü yalan oldu
hergün çıkıp yükseklere
gidenin yoluna baktı
belki gelir diye
bir soluk resim elinde
gelenden geçenden
sual etti sevdiğini
sonunda, tükendi umudu
dayayıp rüzgarlara başını
ateşlere bağrını verip
bıraktı kendini kayalardan aşağı...

kara haber çabuk ulaştı obalara
dağlara kor düştü
ölüm vurdu hançerini
kutsal aşkın yüreğine

Sevgisi efsane oldu
sevgisi destan oldu
dolaştı dilden dile

Yıllar yılları kovaladı
mevsimler mevsimleri
herkes unutuldu
bir dilara unutulmadı
bir de sevdası...

                                                         ----------------------------------------
                                       ----------------------------------------------------------------------
                 -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 

                                                               LİSELİ KIZ

Yavaş yavaş tırmanıyordu merdivenleri.Birazdan sağa dönüp sınıfa girecekti.Anlamsız bir güne daha başlıyordu.Kapıdan seyredildi bir sürü liseli.Sınıf aynı sınıf,sıralar aynı sıralar.Değişecek bir şey vardı,o da LİSELİ KIZ'ın ümitleri!!!Bir kaç gün öncesi saklandı gözlerine.Her zaman ki igbi camdan bakıyordu,okulun kapısının çiftlerini ezberlemişti,ne olmuştuda gelmemişti SEVDİĞİ.Oysa her zaman ki gibi söz vermişti.Çıkış zili çaldığında son kez baktı kapıya ama boşunaydı gelmemişti .Her zaman ki gibi neşesinden uzaktı.Ağır ağır inmişti merdivenleri belki işi çıkmıştı,belki geç kalmıştı tesellilerle kendini avuturken mahalleye gelmişti...Fakat o da ne!!!Neydi bu sevdiğinin kapısının önünde ki kalabalık...!!!Neden ağlıyordu herkes bi anlam veremiyordu LİSELİ KIZ...Dayanamadı yolda ağlayan bir çocuğa sordu...Birden elinde ki kitapları yere düştü...Gözleri kararıyordu,bir ağaç fidanı gibi yere yığıldı kaldıkaldı LİSELİ KIZ...Konuşmak istiyordu,birden hıçkırıklarla ağlamaya başladı...Kimse anlam veremiyordu neden ağladığına...SEVDİĞİNE AĞLIYORDU LİSELİ KIZ...Genç yaşta toprak olan sevdiğine ağlıyordu.Sonra okula geldi,sınıf aynı sınıf,sıralar aynı sıralar...Geçti oturdu camın kenarındaki yerine...!!!!O DA NE!!!!SEVDİĞİ KAPIDAYDI VE EL SALLIYORDU...HIZLA KALKTI KIRILAN CAMIN SESİNİ DUYMADI BİLE ,HIZLA BIRAKTI KENDİNİ BOŞLUĞA...Sınıf arkadaşlarıtoplanmıştı başına ağlıyordu.!!!!O İSE CAM KIRIKLARIYLA KANLAR ARASINDA GÜLÜMSÜYORDU!!!!KIRMIZI GELİNLİĞİ GİYMİŞ OKUL KAPISINDA SEVDİĞİYLE''ELELE DURUYORDU LİSELİ KIZZ''!!!!!!Gencecik yaşalrında toprak olan iki sevgilinin gerçek olmuş yaşanmış hikayesidir........


---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                     AŞK HİKAYESİ ÇOK ACIKLI

Tamamen Gerçek Hayattan Alıntı Bu Aşk Hikayesini Okurken Çok
Duygulanacak
Hüzünlenecek ve Bu Hikaye'nin Etkisinde Kalacak ve Bu Etkiyi
Üzerinizden Bir
Kaç Gün Boyunca Atamayacaksınız. Hiyakenin Konusu Bir Gençin Sonu
Ölümle
Biten Çocukluk Sevdasını Anlatıyor...

BIZIMKISI BIR ASK HIKAYESI

 

Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları
yazarken
gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana
göre
değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman
hep
ağladım.Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak
istiyorum.Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen
yazılı
satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış
diyeceksiniz buna eminim. Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak
babamın
tayininin çıktığı bir köye taşındık.Huzursuzdum,okulumu bir köy
okulunda
okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.kaydımı yaptırdı babam
okula.İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.Beni bir sınıfa
verdiler.Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya
oturmak
istiyorsan otur dedi bana.Bir kızın yanı boştu sadece oraya
oturdum.Hayatımı
adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.İsmi
Altınay
idi.Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.Masmavi
gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,yanlış yazdığım
notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik
yaşımda
ona bağladı.O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe
onsuz
tek saniye geçiremiyordum.ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o
bize
geliyordu.Mükemmel bir paylaşımcıydı.Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha
o
yaşta vermişti bana.İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada
bitirdik.Hep
onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize
rica
ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı
sıraya
oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.Başarmıştık.
Yine
aynı sıradaydık.Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki
onsuz
hayat bana huzur vermiyordu.Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha
çok
seviyordum.Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü
ortaokul
yıllarımız bitmek üzereyken.Şehir merkezinde.Ailelerimiz liseye
geçtiğimiz
sırada ortak bir karar aldılar.Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı
evde
kalacaktık.Annem de bizimle kalacaktı.Allah'ım o karar bize
iletildiğinde
dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.Ona aşık olmuştum.Aynı
duyguları o
da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde
evlendirelim
diye karar almışlardı bile.Ona tapıyordum artık.Haşa Allah'a şirk koşar
gibi
günah işlercesine seviyordum.İlk elini tuttuğumda sakın bir daha
bırakma
demiştim. Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne !
eğmiş,gülümsemiş ve
elimi sıkı sıkı kavramıştı.Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor
okuldan
çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.Arada bir
elleri
terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.Bunu her
yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek
gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu. Her şey harikaydı,dünya
cennet
gibiydi gözümüzde.Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.Nihayet liseyi
de
bitirmek üzereydik.karne dönemi gelmişti.Karnelerimizi aldık hiç
kırığımız
yoktu.Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir
cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.Okulun az ilerisinden geçen bir
çakıl
yol vardı.Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.O yolun
benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol
oynayacağını
bilsem hiç girer miydik o yola.Neler vermezdim o yolu yürümemek için.
Eli
yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.Sanırım dört
adım
atmıştım.Dönüp yine azarlayacaktım.Çünkü hem elimi bırakmış,hem de
geride
kalmıştı.Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.Sanki gök kubbenin
altında
kaldım.yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim
üzerine
kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o
görüntüyle karşılaştım.Başı kesilmiş bir tavuk gibi
çırpınıyordu.Suratına
bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi
gözlerinden biri akmıştı.Suratının yarısı yoktu.Hırlıyordu bana bir
şeyler
demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler
demeye
çalışıyordu.Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir
taş
suratına saplanmıştı.Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit
büyüklüğünde
bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.Donuk donuk hiç konuşamadan
yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım
başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.Akan kan ellerimize
damlıyordu.Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye
yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.Kimse
arabaya
almıyordu.çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni
seviyorum,beni
bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.İki dakikalık bir
çırpınıştan sonra kucağımda öldü.Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme
döndü.Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.
Kendime olan güvenimi yitirdim.Artık kimseyi sevemem,kimsede beni
sevemez
korkusundan kurtaramıyorum kendimi.Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde
kalan
bu net.bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim.Yitiren,ya da ben
yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi
bırakmamaları şartıyla elimi uzattım.Dost,kardeş,arkadaş ne olursanız
olun
ama elimi bırakmayın.Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...


Bu yazıyı okurken sizinde eliniz terlediyse o zaman bilin ki sizde sevdiniz….
duygulandınız hatta ağladınız ama işte kader…

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                            DÜĞÜN GÜNÜ

Ahmet, elinde valizi şosede otobüsten inmişti,

bundan sonra köyüne yayan gidecekti...Gökte

yıldızlar, sanki gülüyordu delikanlıya, ne çok yıldız

vardı, "askerlik bitti Dudu, çok şükür az sonra

sana kavuşacağım !"diye geçirdi içinden. Yürüyordu

yolu... Ekim ayının serin bir gecesiydi, bozkır ucu

bucağı belli olmayan boz kır,önünde uzayıp gidi-

yordu. Çocukluğu aklına geldi birden, yaz geceleri

anası ile babası odalarında yatarken, o kız

kardeşleri ile damda yatardı. Yer yataklarında

gece yarılarına kadar kikir kikir gülerek, kendi ara-

larında şakalaşırlardı...En ilginci de gökteki, yıldızı

aralarında paylaşırlardı...Ahmet, sabaha karşı

görünen en parlak yıldız olan demir kazık

"çoban yıldızını severdi" ...

Yolun kenarında, biçilen ekin tarlaları görünü

yordu...Harman sonu, düğün gününü kararlaştırmış-

lardı, Dudu'nun babası ile kendi babası.

Babası, "Sağılacakla teskereni al gel, düğününü

yapalım oğlum!"diye mektup yazmıştı. Trene biner-

ken, kuracağı yuvanın düşünü kuruyordu..Konpart

manda, yaşlı bir adamla, genç bir kadın vardı..

"Oğul, pek dalgınsın, dikkat ettim, yüzün hiç

gülmüyor, bir sıkıntın mı var ?"diye sormuştu yaşlı

adam. Gülümsemişti, " teskeremi aldım, vatan bor-

cunu yapıp köyüme sevdiklerime dönüyorum

amca !" diye cevap vermişti..Adam, "nerelisin ?"

diye sormuştu. Köyünün adını söylemişti...

Tren birkaç istasyonda durmuş, inenler, binenler

olmuştu...Yol yorgunluğunun üstüne uyku da

bastırmıştı. Trenin sarsıntılı sesi, arada bir çalan

düdüğü, askere giderken, kendisi gibi son tertip

olan asker adaylarının, kiminin neşeli kiminin yakın

larının gelmemesi nedeniyle buruk olmasını anım-

sadı, gülümsedi, "Ahmet efendi ! askerlik bitti

köyündesin işte..!"diye söylendi kendi kendine...

Annesi ile babası, bacıları kim bilir nasıl şaşıracak-

lardı...Tezkere gününü , yazmamıştı babasına

Süpriz yapacaktı ! Dudu, yeşil gözlü, yay kaşlı

yavuklusu karşısında görünce kimbilir nasıl sevi-

necekti...Yanıklar köyünde, şimdiye kadar böyle

düğün ne gördük ne de yaşadık !Aşkolsun

Ahmet'lere diyeceklerdi...

Köyün mezarlığına gelmişti. Taşlarla çevrili

mezarlığın yanından geçerken içi ürpermişti

nedense...Oysa, askerlikte, nöbet tutarken, karşıda

mezarlık vardı, her gün, bu mezarlığa cenaze

arabasıyla, erkek ,kadın, çocuk, yaşllı her dinden

her mezhepten cenaze geliyordu. Müslüman mezarı

hemen belli oluyordu.. Mezar taşının üstünde ay

ve yıldız, ölenin adı soyadı, cinsiyeti , doğum

ve ölüm tarihi, baba adı, memleketi yazılıydı...

Mezarlığı geçmişti ki, arkadan sinsice yaklaşan

bir tilki bacağını ıssırdı. " Vay namussuz hayvan !"

diye tilkiye yerden bir taş alıp attı, tilki çoktan

karşıya geçip mezarlığa girmişti...

Köye, girdiğinde, gecenin bi yarısı olmuştu.

Köy derin uykudaydı...Işıklar sönmüş, gök yüzünde

testekerlek bir ay vardı, hava açıktı. Ayak sesine

köyden birkaç köpek havladı...

* * * *

Avlu kapısından girdi, dut ağacına zincirle

bağlı, kara kıllı, kulakları kesik bir köpek, sahibini

tanımadığından , zinciri koparmak için yırtınırken

Osman efendi, ayak yoluna çıkmak için, taş merdi

venden iniyordı ki karşısında valizli, uzun boylu

sırtında goçuk, Ahmet'i birden karşısında görünce

tanıyamadı, "hayırdır inşallah ! Bu eli valizli kim

bu gece vakti gelen !" diye söylendi...Ahmet,

gülümseyerek, ay ışığında, balmumu gibi sarı yüzlü

babasına baktı." Baba!beni tanımadın mı ?"dedi.

" Ben Ahmet !" Adam, " Amet, oğlum !" diye sesi

titredi.."Hayır mı oğlum ? Gece vakti insan gelir mi?

Gündüz gelir insan, haydi yukarı çık, ben de

su döküyüm geliyom "

Ahmet , babasının açık bıraktığı kapıdan girdi..

Osman efendi, etrafı taşla çevrili yüz numaraya

oturarak büyük aptestini yaptı, sonra, naylon

ıbrıktan su dökerek k.... yıkadı, sonra yerden

sabunluktan el sabununu alarak, ellerini yıkadı

şalvarını yukarı çekerek, merdivenden eve çıktı.

Ahmet, elindeki valizi, kapı girişine koydu.

Sonra babasının eline geldi, yaşı adam, oğlunun

yüzünü öptü. Delikanlı, "Anamla,bacılarımı uyandır

ma baba !"dedi.."Sabah olsun, görüşürüm..."

Yaşlı adam, "yol yorgunusun oğul, yatağını

yapsınlar da yat !" dedi..

"Baba sen rahatına bak ! Ben şu sedire

uzanırım...!" dedi..

Osman Efendi, bir battaniye getirdi.

"Uyuyanın üstüne kar yağarmış, şunu üstüne ört

Ahmet, yastığa başını koyar koymaz uyudu

* * * *

O sabah, erkenden uyanan Ahmet, ocakta

süt kaynatan annesinin elini öptü..Yaşlı kadın,

sevinçten gözleri doldu geldi..Sarıldı oğluna.

"Ana...Anacığım nasılsın ? Hastalığın nasıl oldu ?"

dedi . Yaşlı kadın, "yaşlandık gayri oğul...! Baban

şeere götürdü, doktura gösterdi, şu kırmızı hapları

verdi, kullanalı dizimin ağrısı azaldı !"dedi..

Sabah namazını kılan Osman efendi, karısına

" süt piştiyse, Amet'e koy da içisin !" dedi..

Delikanlı, "Eee...siz de ne var ne yok ?"dedi..

Yaşlı adam, " Biz iyiyiz oğul, maşallah eskerlik

sana yaramış...! Ne o ? Çorabı niye çıkardın ?"

"Evde kolanya var mı ? Namussuz tiki ıssırdı.."

dedi..Yaşlı adam, "durup dururken tilki ıssırmaz

oğul...Doktora gitsen iyi olur...!"

Ahmet, güldü, "tilkinin ısırığından ne olacak

baba! Alt tarafı bir sıyrık ..."

Keziban, ağabeyisine sarıldı, öptü. Ahmet

gülerek, "kız büyümüşsün , hem de güzelleşmişsin

dedi..Kızın yüzü kızarmıştı. Sonra, "Dudunun haberi

yok ! Git geldiğimi haber ver, ben de yarın

giderim !"dedi..

* * * *


Dudu, Ahmet'in askerden teskeresini alıp gel-

mesine çok sevinmişti. Çeyizini düzmüş, kaynanası

kayınbabası ve Ahmet!le şehire giderek, gelinliğini

almışlar, sonra , kız eviyle anlaşarak, gelin için

gerekli ev eşyalarını almışlar, düğün gününü karar

laştırmışlardı. Ekimin, ikinci haftası, Cumartesi günü

başlayacak düğün, Pazar günü gelinin baba evinden

alınıp oğlan evine götürülmesi ile son bulacaktı.


Osman Efendi, düğün sofrasını üst kata

kurdurmuştu...Kadınlar da alt kattaydı..Üst

kat yetmediği için, bahçenin içine de masalar

atılmıştı. Evin çatısına bir bayrak, bayrak direğine

de elma takılmıştı. Komşu Köylerden, şehirden

gelen misafirler üst kata alınıyordu. Davul ile

zurna, oğlan evinin kapısında, okuntuya gelenleri

selamlarken, okuntucular davulcu ile zurnacıya

gönlünden ne koparsa veriyordu. Osman Efendi,

silah atılmasını istemediği halde, delikanlılar, erkek

ler halay çekerken, tabancanın namlusuna kurşun

sürüp tetiğe basıyorlardı...

Ahmet rakının verdiği mahmurlukla başı

dönüyordu...Ama, hareketleri, bir garipti, onu

tanıyan delikanlılar, "Ahmet'i rakı çarptı galiba

diye gülüyorlardı..

Dudu, eline kına yakılırken, kızın biri "Yüksek

Yüksek tepelere ev kurmasınlar , aşırı aşırı memle

kete kız vermesinler !" diye türkü söylüyor, adet

olduğu üzere, gelin ağlatılıordu...Dudu ağla sa da

"hem ağlarım hem giderim misali içi heyecandan

titriyordu...

* * *

Ahmet, Duduyu kuaföre götürerek saçlarını

yaptırmış, kendisi, lacivert bir elbise, ve beyaz bir

gömlek, ayaklarına da siyah bir makosen ayakkabı

almıştı.


* * *
Gerdek odasına girdiklerinde ikisi de heyacanlıy-

dı...Ahmet'ın bakışları bir garipti, kızı öperken ca-

nını acıtıyordu...Ama Dudu, heyecandan sanarak

katlanıyordu buna...Giderek, delikanlının hareket-

leri daha da dengesizleşmişti...Kızın neresi gelirse

ısırıyor, göz bebekleri büyüyor, ağzından beyaz

köpükler geliyordu. "İmdaaaat!" diye bağıdı.

Çığlığı, kapının dışında, kanlı çarşaf bekleyen

yengelerden biri duydu. Kızın çığlığına, utanmayı

neyi bir tarafa bırakarak, odaya girdi..Manzara

korkunçtu, kızın her tarafı diş izi ve kandı..

" Aman Allah 'ım ! Ahmet kudurmuş !" diye

avazı çıktığı kadar bağırdı. Sesi duyan sağdıç

Hüseyin, içeri daldı, belinden tabancasını çıkarıp

kızın üstüne abanan, Ahmet'in tam kafasına nişan

alıp tatiğe bastı, odanın içini önce şiddetli bir

patlama aldı, sonra Ahmet arka üstü devrildi...

Osman efendinin nutku tutulmuştu sanki. Ahmet'in

annesi,kalb krizi geçirirken, iki kız kardeşi ,yerde

cansız yatan, ağzının kenarında köpükler olan

ve damat elbisesi ve beyaz gömleği kan içindeki

talihsiz ağabeylerine ve murada eremeyen geline

ağlayarak bakıyorlardı...

Zavallı Dudu, eli yüzü kan ve diş izleri içinde

korkudan tütriyordu. Yaşadığı korkunç olayın

etkisinden hala kurtulamadığından şoka girmişti

Sağdıç Hüseyin, karakolda alınan ifadesinden

sonra serbest bırakılmıştı

*******

Dudu, nun ailesi, o olaydan sonra köyden

göç etmişti...Dudu, kurtuldu mu yoksa kudurup

feci şekilde öldü mü ? Aile nereye gitti, başlarına

ne geldi bilen yok...

Ama, her ekim ayında, Dudu kızın düğününün

olduğu gün uğursuzluk sayıldığından, evlenen

gençler, gerdek gecesini o güne denk getirmezler.

Ve gelinlik kızlar, her ekim ayında, oturup ağlar

Ahmet, in mezarı, köyün girişindeki, mezar

lıkta, etrafı taş duvarla çevrili mezarlarlığın içinde

en yeni mezar, Ahmet'in mezarı, mezarının başına

konan mermerde, Ahmet'in adı soyadı, baba adı

doğum tarihi ,doğum yeri, ve ölüm tarihi yazılı


----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                                             MEZARDAN UZANAN EL - 1

Serdar on iki yaşındaydı. Bir yıl vardı ki, mahalle arkadaşlarıyla şehir dışındaki top sahasında maç yapmaya gidiyorlardı. Birkaç günde bir öğleden sonra maç yapmaya giderken ağaçlıktan dolanıp top sahasına varıyorlardı. Aslında kestirmeden gitmek vardı ya o zaman da mezarlıktan geçmek gerekiyordu. Bu işe de pek istekli olan yoktu. Bazen maç uzuyor, karanlığa kalıyorlardı. Çocuklar evlerine geç kalmamak için, böyle durumlarda mezarlıktan geçiverelim diye maç bitiminde atıp tutuyorlardı ama mezarlık kapısına gelindiğinde sesler kesiliyordu.

Bir iki derken bu durum bir akşamüstü yine karanlığa kalınmıştı. Maç çok uzamış ve epey geç olmuştu. Dönüşü yok mutlaka mezarlıktan geçiyoruz diyenler yine mezarlık kapısına gelindiğinde susmuştu. Serdar duruma el koymak ihtiyacını hissetmişti. “ Arkadaşlar, arkamda tek sıra olun. Ben sizi mezarlıktan geçiririm “ dedi ve arkadaşlarının arkasında tek sıra olmasını sağladı. Hafif ay ışığı vardı ve kesme taşlardan yapılmış mezarlık içindeki dar yolu aydınlatıyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Çocuklar sessizce Serdar’ın peşi sıra ilerlediler. Yolun yarısına gelinmişti ki yan taraftaki mezarlıktan bir el uzandı. “ Tut elimi, benim elimi tut “ diyordu derinden gelen bir ses. Serdar irkildi. Yüreği ağzına gelecekmiş gibi oldu. Çok korktu. Arkasına baktı. Kimse yoktu. Hani arkadaşları neredeydi? Gerisin geriye dönüp kaçmaya başladı. Hızla mezarlıktan çıktı. Hedefi top sahasıydı. Oraya ulaşmak istiyordu. İki kere arkasına da bakmıştı. Gördükleri tarifi imkansız şeylerdi. Peşinde ölüler vardı.

Serdar top sahasına vardığında bugünkü maçta gol attığı kalenin içine yattı. Arkasında kalenin filesi vardı. Uzanıp tutmaya çalışan olursa fark ederdi. Tehlike gelse gelse önden gelirdi. Böyle bir şey olursa o zamanda ona göre davranırdı. Serdar kalenin içine girdiği andan itibaren peşindekilerin kaybolduğunu anladı. Yine de her an tetikteydi. Gözleri dört bir yana fır dönüyordu. Serdar o gece sabaha kadar uyanık bekledi. Güneşin doğuşunu görmek kimseyi Serdar kadar sevindiremezdi. Derin bir oh çekti ve gerisin geri dönüp mezarlıktan geçerek evine vardı. O el uzanan mezar sessizliğin sesini dinliyordu. Bir hareket yoktu.


 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



                               BİR BABANIN OĞLUNA MEKTUBU

                                      ELVEDA BİTANEM
 

Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.
"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.
Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı
"Olur" demiş çekine çekine.
Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.
"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna.
Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş...
Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki
kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş.
Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.
Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.
Yemek masasında üç tabak duruyormuş.
Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve
çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.
Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?"
Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.
"Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.."
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte aşk ve şefkat birlikte
olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi
birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden
uzaklaşırlar. Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler. Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu.
"Asıl ders bu değil!" dedi baba.
Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.
"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak...
İkisinde de bir tat yok "
Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu.
Fincanı oğluna uzattı.
"İçmek istersin herhalde" dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.
"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici.
Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi...
Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar."
 


-----------------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------------

Sabah uyandiginda midesinde bir yanma hissetti yanmanin nedeni aksam yedikleri degil uyanir uyanmaz bugün yapacaklarinin aklina gelmesiydi. Bugün 2 yildir götürmeye çalistigi bir birlikteligi bitirecekti aslinda bunda geç bile kalmisti. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsiz uyanis bitmeli... Içinde bir muhakeme baslamisti, kendi kendine söyleniyordu:

“Ona da haksizlik etmek istemiyorum belki hatali olan benim.... Bulunmaz Hint kumasi degilim ya, görünüs olarak himmm yakisikli çocuk denilecek biri hiç degilim.... Ama yaptim çok çalistim bitmesin diye kendimle mantigimla çok kavga ettim olmadi....” Genç adam bunlari düsünürken surati sekilden sekille giriyordu. Süratle giyinerek disari çikti, bugüne kadar hiç bekletmemisti onu simdide bekletmemeliydi. Istanbul soguk ve yagmurlu bir Nisan ayi yasiyordu.Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi bulutlar bizim yasayacaklarimizi biliyor onlar bile agliyor halimize.

Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadiköy iskelesine geldi her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmisti bulusma yerine. Birkaç dakikalik beklemeden sonra karsidan kiz arkadasinin geldigini gördü, simdi midesindeki agri daha da artmisti. Karsilama faslindan sonra Besiktas'a gitme karari aldilar, yolculuk sirasinda hiç konusmadilar; genç adam günesin yoklugunda grilesen denize bakiyordu. Genç kiz arkadasinin bu durgunluguna anlam verememisti, öyle ya nereden bilecekti bu gün ayrilik çanlarini çaldigini.

“Üsüdüm” dedi genç kiz, bu yolculuk boyunca edilen tek lafti. Besiktas'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kiz anlamisti kendisine bir sey söylenmek istendiginin... “Bana bir sey mi söylemek istiyorsun” dedi, genç adamin gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçirarak “evet” seklinde basini salladi.

Genç kiz daha da heyecanlanmisti. Biraz da sinirlenerek “söyle öyleyse ne diye bekliyorsun.”

Genç adam içini çektikten sonra “sence biz nereye kadar gidecegiz, daha dogrusu biz iyi bir ikiliyiz”

“Bunlari sorma geregini neden duydun.” dedi genç kiz.

Genç adam söze basladi: “bak canim bundan birkaç ay önce aksam saat 11:00 civariydi sanirim, hatirladin mi?

Genç kiz “evet hatirladim” dedi, ama genç adam genç kizin sözünü bitirmesini beklemeden “o aksam seni düsünüyordum diger aksamlarda oldugu gibi senin için bir siir yazmistim onu o an sana okumak istemistim, sana telefon açtigimda siirimi bile dinlemeden simdi sirasi mi canim ya senin de isin gücün yok mu demistin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düsen bir boksör gibi olmustum sessiz kalip özür dileyerek telefonu kapatmistim. Daha sonra bu siiri benden hiç istememistin. Ve bunun gibi bir çok defa tartismamiz oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düstügümde arkadaslarimla birlikte sen de gelmis, Meral'in bana sen sanslisin Nalan sana bakar sözüne karsilik sinirli bir edayla “aaaa banane isim yok da sana bakacagim, annen baksin demistin bunu da hatirladin mi?”

Genç kiz tekrar “evet” dedikten sonra saskin saskin “evet ama bunlari neden hatirlatiyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kisiligim böyle, duygusalligi sevmiyorum . Ve hasta bakici gibi göründügümü de kimse söyleyemez.”

Genç adam güldü “Evet canim bak burda haklisin, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi tasidigin müddetçe hasta bakici hemsire falan olamazsin.”

Genç adam devam etti “bana simdiye kadar kaç kere sabahin erken saatlerinde güzel sözcüklerden olusan bir mesaj çektin, hiç hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusalligi sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanlari mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanlari mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanidigimdan beri her sabah aksam, gece yani seni andigim her saat tatli sözcük mesajim vardi senin için biliyor musun? seninle ben ak ile kara gibiyiz”

Genç kiz anlamisti, “yani ne istiyorsun benden sair olmami mi?”

Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdigin ayrilik kararinin ne kadar dogru oldugunu düsünüyordu.

“Hayir dedi sair olmani istemiyorum zaten olamazsin da; yalniz biz ayrilmaliyiz, ayrilirsak ikimiz içinde en hayirlisi bu olacak.”

Genç kiz sasirmisti, “Neden ama ben seni seviyorum, senin de beni sevdigini saniyordum.”

Genç adam iç çekerek “hayir canim sen esas beni sevdigini saniyorsun, eger beni sevseydin simdi burda baska seyler konusuyor olurduk.”

Genç kizin gözleri yasarmisti, Genç adam cebinden çikardigi mendili uzatti, genç kiz göz yaslarini silerek kesik bir sesle “Sen bilirsin, umarim beni baska biri için birakmiyorsundur.”

Genç adam “Nasil böyle bir seyi düsünürsün, senden baska olmadi ve uzun sürede olacagini sanmiyorum.” Genç adam ve genç kiz iki sevgili olarak oturduklari masada artik iki yabanci gibi duruyorlardi. Istanbul yagmurlarla yikanirken yagmura iki sevgilinin umutlari da karisiyordu.

Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kiz “kalkalim istersen” dedi.

Genç adam ben biraz daha burda kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kiz “tamam o zaman sana mutluluklar dilerim” diyerek elini uzatti. Genç kizin sesi ve eli titriyordu genç adam “arkadas olarak beraberiz ama sen istersen tabi” dedi. Genç kiz evet” anlaminda basini salladi ayrilirken son kez sarildilar birbirlerine.

Genç kiz uzaklasirken genç adam masada dondu kaldi vakit ögleni bulurken yagan yagmur yerini günese birakmisti, ama genç adam titriyordu onu titreten açan günese ragmen esen rüzgar miydi, yoksa kalbindeki ayrilik acisi miydi. Saatlerce dolasti devamli kendini sorguluyordu hatayi bastan yaptim diyordu, ama yasadigi güzel günlerde olmustu.”allahim” dedi “allahim güç ver bana”.

Dostlarini düsündü onlarin dediklerini düsündü. Arkadaslari sizler birbirine zit insanlarsiniz yol yakinken dönün bu yoldan dememis miydiler. Tabi ya dogru olani yapmisti. Saatler geçtiginde artik günes yerini yildizlara birakmisti, eve döndügünde yürümekten bitap duruma düsmüstü. Kendisini karsilayan annesine hiçbir sey söylemeden kendi odasina gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anilarin agirligi altinda eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkip ajansa gidecekti, bunun için uyumasi gerekiyordu.

Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayi basarmisti ve sabah 7'de saatin zirlamasiyla uyandi genç adam. Evden çikacagi zaman cep telefonuna bakti, mesaj ve 10 tane cevapsiz arama vardi. Genç adam yorgun oldugu için duymamisti telefonunun sesini. Cevapsiz arama ve mesaj canimcim'dan gelmisti canimcim onun Nalana taktigi isimdi, heyacanla mesaji açti mesajda sunlar yaziyordu.......

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”

evet, genç adam sasirmisti, mesajin gelis saatine bakti sabahin besini gösteriyordu güldü kahkahalar atarak güldü onu tanidigi ve arkadas oldugu günden beri ilk defa bir siir aliyordu ve ilk defa bu saatte araniyordu....

Heyecanla hizli arama yapti, çalan telefonu yabanci bir ses açti.

Genç adam “Nalan ile görüsebilirmiyim” dedi. Fakat karsidaki agliyordu, hiçkira hiçkira agliyordu; “Ben onun annesiyim yavrum, canim kizim bu sabah intihar etti. Gece odasinda birilerini arayip durdu, sabah odasinin isigini sönmemis görünce merak ederek odasina girdim, ama yavrum kendini asmisti.”

Genç adam beyninden vurulmusa döndü. Bir gün önceki mide agrisinin iki katini çekiyordu simdi. Oldugu yere yigilip kaldi.............

Birkaç ay sonra...

Iki doktor konusur. Doktorlardan biri digerine karsidaki hastanin durumunu soruyor ....

- haaa o mu, üç ay önce getirdiler elindeki cep telefonunu hiç birakmiyor, kendisi yüzünden bir genç kiz intihar etmis, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamli bir seyler yazip birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdigi numarayi aradim hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmis, ve gelen mesajlarda bir siir:

“Sadece onlari sevmeyi sevdim Hepsini onlarsiz yasadim da Bir seni sensiz yasayamiyorum Bu aski tek kalpte tasiyamiyorum Sana yemin güzel gözlüm Sana yemin güzel gözlüm bir tek seni sevdim Ve seni severek ölecegim, ELVEDA BIRTANEM.......”
-----------------------------------------------------------------

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

ben seni sevmekten hiç vazgeçmedimki

BEN SENİ SEVMEKTEN HİÇ VAZGEÇMEDİM Kİ
Ben senden nasıl vazgeçebilirdim ki sen benim en deli çağlarım ve hayal ettiğim yarınlarımdın ben seni hep evimin baş köşesinde gördüm akşam işten geldiğim zaman kapıdaki meleğim olacaktın kızımız olduğundaysa sen ve benden olan bir mucizeyi beraber parka götürüp oyunlar oynayacaktık ama kader hep istediğimiz gibi olmuyor derler ya insan kendi kaderini yazar bence insan yazılan kaderinde sadece rolünü oynar ve zamanı gelince bu dünyadan yüreğinde kırıklar ve hep bir şeylere özlemlerle gözü açık gider keşkeler bırakmaz yakamızı son nefesimizde bile derler ya insanın hayatı bir şerit gibi geçer gözünün önünden ben bunun gerçek olduğunu bilsem seninle olan güzel günlerimizi tekrar görmek için ölümün kollarına bırakmaya hazırım kendimi ama olmuyor sensizliğe alışmamışım ki nasıl bırakıp giderim seni öyle bu dünyanın pisliğine ve karanlık sokaklarına bırakarak sen ne kadar yanımda olmasan da şimdi başkasının soyadını taşısan da sen her zaman benim aldığım nefeste yaşayacaksın bazen bende hayal kuruyorum bir gün diyorum ikimizin de beli bükülmüş ve senin eşinse artık bu dünyada görevini tamamlayıp gitmiş ve biz yeniden belki kavuşuruz umuduyla her doğan güne merhaba diyorum her gün sana biraz daha yaklaştığımı hissediyorum hani bana demiştin ya ayrılırken çocuğum olunca senin ismini koyucam seni çağırır gibi onu çağırıcam ve seni sevdiğim kadar onu sevicem demiştin ve dünyalar benim olmuştu benimse ne senin ismini koyacağım bir kızım olacak nede seni beklemeye yetecek bir ömrüm yavaş yavaş tükendiğimi biliyorum ve kalbim eskisi kadar iyi değil artık arada bir yokluyor sanki yaşa diyor doya doya son zamanlarını benimse yaşanacak zamanım seninle beraber bitti ölmek değil de seni yalnız bırakmak zoruma gidiyor belki öldüğümü bile bilmeyeceksin sanacaksın ki evlendim çoluk çocuğa karıştım oysaki bilsen ben seni hiç sevmekten vazgeçmedim ki ellerin kadını olsan da sevdim ilahi bir sevgiyle sevdim senin beni sevemediğin kadar sevdim seni güzel gözlüm


---------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 
                     Bu sana son Mektubum...Son vedam....

Canima...

Bugün benim dogum günüm ve yine sen yoksun yanimda...
Sensiz daha kimbilir kac dogum günü geciricem...
Sen benim sevgimi hic´e saydin beni ve askimi görmezden geldin...Peki mutlumusun simdi söyle???
Yaninda baskasi var kollarinda baskasi var ellerin baskasinin elini tutuyor dudaklarin baskasini öpüyor....
Mutlumusun peki simdi??
Seni bilmem ama ben cok mutsuzum
Bana herzaman nolursa olsun herzaman bosver derdin ben ise asla bosveremedim...Ben sana göre degilim derdin ama benim gözüm senden baskasini görmüyordu...
Ama iyikide zamaninda o laflari bana demissin artik seni bosveriyorum ve bana göre degilsin diyorum !!
Bunlari asla okuyamicaksin ama egerki birgün okursan sasirma bu laflarima sen ögrettin bana böyle olmayi sen hep bana derdin herseyi cok düsünme diye ben simdi öyle yapiorum seni düsünmüyorum artik...
Buda sana son yazimdi...
Sanmaki yine sana günlerce yazarim sanmaki bidaha yoluna cikarim sanmaki artik seni ölümüne severim.. Sanmaki bidaha adinini anarim....
Sensiz yoluma devam edicem artik bu acimasiz hayatta...
Sensiz yasamayi ögrenicem...
Kimbilir belki hayat daha kolay gelir belkide...
Bakarsin birinide severim birgün....:(
Bugün 2 sene oldu seni sensiz yasayali ama artik yetmezmi?? Bikmadin mi beni böyle caresiz görmeye??
Ben dayanamiyorum artik seni sensiz yasamaya, sana bukadar yakinken bukadar uzak olmaya...
Dayanamiyorum...
O yüzden UNUTACAGIM senii..
Zor olcak belki zaman zaman kalbim kalbim acicak icim yancak ama BA$ARACAGIM...
Beni bilirsin yaparim dediysem yaparim UNUTACAGIM dediysem UNUTURUM !!
BA$ARACAGIM dediysem BA$ARIRIM !!
Bu sana son yazimdi bu sana son mektubum sana son vedamdi gülüm...

 


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

telefondaki esrarlı ses

bir gün okuldan eve gelmiştim.o gün arkadaşlarımla parti vermeye karar vermiştik.annem geceleri çalışıyordu.arkadaşlarım partiyi saat 8:30 verelim dediler.ve bizde vermeye karar verdik.Neyseki akşam olmuştu.arkadaşlarım(erkek kız karışık)gelmişlerdi.herşey çok güzeldi.saat 10:30 du.tam o sırada telefon çaldı.telefon çaldığını duymamıştık.volumü çok açmıştık .ikinciyide duymadık .derken tam arkasından 3.cü çaldı.ben baktım.esrarlı ses bana akşam yalnızmısın diye sordu ben şoke oldum.telefonu kapattım.herkes telaşlanmıştı.sağa sola gidiyorlardı.ben partiyi teyzemin3 katlı evinde verdiğim için yukarıdan sesler geliyordu.yani tavan arasından...kapı çaldı.korkudan kapıyı açmadım.telefon çaldı.esrarlı ses bana oyun oynamak mı istiyorsun!diye haykırdı.olanlar olmuştu şarter attı aniden. kapı çaldı. kapıya el yordamıyla açmaya çalıştım.nabzım küt küt atıyordu.ve açtım sonunda...cee diye bir ses geldi meğer teyzemmiş.arkadaşlarım ve ben bu partiyi aylarca konuşmuştuk.telefondaki esrarlı sese gelince bunu teyzem yapmadığını söyledi.o günden sonra ne parti verdik ne de teyzemin evinde sonuç teyzemin evi lanetliymiş .arkadaşlar inanmazsanız inanmayın.dört sene önce gaztelerde yayınlanmıştır.....


------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------

                                                                     KORKU


 

Korkutucu bir sessizlik evi sarmıştı. Kadın ürkek adımlarla odadan odaya dolaşıyordu. Bir şey arıyordu ama peşinde dolaşan gölgeden habersizdi. Kadın aradığını bulmaktan ümidini kesmiş ve
yorgun bir halde, pencere kenarındaki sandalyeye oturdu, dışarı bakmaya başladı. Peşinde dolaşan adam, kadının oturduğunu görünce saklandığı yerden çıktı. Ses yapmamaya çalışarak sırtı kendisine
dönük kadına yaklaşmaya başladı. Kadına iyice yaklaşınca yakalamak ister gibi ellerini kadının boynuna doğru uzatır. . . o anda kadın ani bir hisle geri döner, adam hiç vakit geçirmeden atılır, kadının sırtına vurur ve bağırır; " -Ebe ebe. " ve kaçmaya başlar.
* * * *
Adam yorgun argın koltuğa oturur; "-Tamam pes, sen kazandın, öldüm yorgunluktan. Saat kaç ?"
Kadın sakin sakin cevap verir; "-Saat 10. "
Adam "-10' mu iyi. "dedikten sonra birden bir şey hatırlayıp telaşlanır ; "-Ne !. . Olamaz. Paketleri bu gece yarısındaki uçağa yetiştiremezsem mahfoldum demektir, kesin kovulurum. "
-Ama sen karanlıktan korkarsın, fobin var.
-Bunu düşünmeye şimdi vaktim yok, kovulduğum zaman bol bol düşünürüm. Çabuk çabuk içeri odaya koyduğum paketleri getir.
Adam paketleri alıp, koşarak dışarı çıktı. Dışarı çıkar çıkmaz bir an tereddüt etti, karanlık fobisi onu geriye dönmesi için zorladı ama çaresizdi, devam etti yoluna.
* * * *
Adam elinde bir kaç paketle sakin sakin yürüyordu. Birden bulutlar çoğalıp ayı kapatmaya, karanlığı artırmaya başladı. Adam karanlıktan korktuğunu belli eder şekilde adımlarını sıklaştırdı, yürürken sürekli çevresine bakınmaya başladı.
Adam ürpertiyle, kararan göğe bakarken bir merdivenin altından geçti. bunu uğursuzluk sayardı, korktu uzaklaşırken tekrar tekrar altından geçtiği merdivene baktı.
Korkusunu yenmek için ıslık çalmaya başladı ama ölüm marşını çaldığını farkedince sustu. Neşeli bir melodi hatırlamaya çalışırken önünden bir karakedi geçti. Hemen durdu, endişeyle
çevreye baktı, sonra tekrar yürümeye başladıBu kez ürkek adımlarla yürüyor ve sürekli sağa sola bakıp bir tehlike olup olmadığını kontrol ediyordu.
Bir köşeden iki adam çıkıp onun peşi sıra yürümeye başladı. Gece serindi ama adam yanaklarına doğru soğuk terlerin boşaldığını hissetti. Bir sonraki köşede peşindeki iki adama bir
adamın daha katıldı. Diğer iki adama boğuk bir sesle sordu ; "-saat kaç ?. "En iri yarı olanı ; "-10. 30. " dedi. Yeni gelen "-Vakit kaybetmeyelim, çabuk olalım. " dedi.
Adam arkadan gelen üç kişinin konuştuklarını duyunca hızlandı. Ayak seslerinden arkadakilerin de hızlandığını anladı, korkuyla titredi. Yeni gelen adamın sesini tekrar duydu ; "-haydi biraz hızlanın. "
Adam yorgundu ama peşindekiler hızlanınca o da hızlandı, korkusuiyice arttı, peşindeydiler, yetişmek üzereydiler telaşlandı elindeki paketlerden biri düştü. Can derdine düşmüştü, paketi almak için duraklamadı bile.
Arkadan tekrar bir ses duydu ; "-Yetişemeyeceğiz koşalım. "
Adam da koştu koştu, paketlerden biri daha düştü, kan ter içinde kalmıştı. Mesafeyi biraz açmıştı ama yorgunluktan bitmişti. Paketlerden biri eksik olunca diğerlerinin önemi olmadığını düşündü, artık işten kovulmak filan önemsizdi, daha hızlı koşmak için elinde kalan paketleri de fırlatıp attı ve koşmaya devam etti. Fakat birden ayağı bir taşa takılıp düştü, dehşete kapıldı. Üç adam koşarak geliyordu. Kalkmaya çalıştı ama telaştan tekrar düştü. Üç adam yetişmişti, kaçamayacağını anlamıştı. Korkuyla gelenlerin yüzlerine baktı, yüzlerinde insaftan eser göremeyince, ümitsizce acı bir çığlık attı.
Adamlar garipseyerek ona baktılar sonra aynı boğuk sesi duydu ; -"Sarhoş galiba. " diğeri devam etti; "-Boş ver onunla oyalanacak vaktimiz yok, nerdeyse başlayacak Galatasaray-Monako maçı. " "-Ne dersin deplasmanda yenebilir mi ? Rakip nede olsa Avrupa takımı. "
Üç adam maçı tartışarak koşup gittiler. Onlar gidince yerdeki adam yarı şaşkın yarı sevinçli ayağa kalktı. Bir süre hızlı nefes alışlarla adamların peşisıra baktı, heyacanını yatıştırmaya
çalıştı, alnındaki terleri sildi.
Sendeleyerek ara sokaklardan birine daldı. Ana caddelerde yine birileriyle karşılaşmaktan korkmuştu.
* * * *
Ay hafifçe bulutların arasından sıyrıldı. Adam loş sokaklarda evlerin gölgesine sığınarak yürümeye başladı. Bir evin duvarına nerdeyse sürünerek giderken kararlı, sert bir sesle olduğu yerde kaldı ;
-Dur!. .
Sesin nereden geldiğini anlayamamıştı, aynı ses bu kez öfkeli bir tonla haykırdı ;
-Kaldır ellerini
Titreyerek kaldırdı ellerini
-Ya paranı ya canını.
Telaşla ceplerini aramaya başladı, bir türlü cüzdanını bulamıyordu.
Demek paranı vermeyeceksin
Korkuyla araştırırken iç cebinde buldu cüzdanı, çıkarmaya çalışırken aynı sesi duydu
-Öyleyse geber
Cüzdanı çıkardı ama geç kalmıştı, iki el silah sesi duydu, ayaklarının bağının çözüldüğünü hissetti, yere yığıldı.
Aynı ses bir kahkaha attı ama kahkahası bir çıt sesiyle kesildi. Yere yığılan adamın bulunduğu evin penceresinden bir ses geldi ;
-Hanım yine gangster filmi varmış, kapattım televizyonu.
Adam yığıldığı yerden bir yarası olup olmadığını kontrol ederek kalktı, sapasağlamdı, bir"-ohh!. . "çekti, üstünü başını çırpıp yeniden yürümeye başladı.
* * * *

Henüz iki sokak geçmiştiki birden yerde dev bir köpek gölgesi gördü, sallana sallana yaklaşıyordu. Her an köşeyi dönüp karşısına çıkabilirdi. Sağına soluna baktı, kaçabileceği yer yoktu. Kaçmayı denese bile başaramayacağını düşündü, korkusu arttı ama yine de kaçmaya başladı. O anda da köpeğin köşeyi döndüğünü gördü. Birden şaşkınlıkla durdu; gölgesi kocaman olan köpek küçük bir yavruydu.
Adam kendisine ecel terleri döktüren bu yavru köpeğe öfkeyle bir tekme savurdu, tekmesi isabet etmedi. Yavru köpek havlayarak kaçtı. Yavru köpeğin kaçtığı taraftan onun annesi olduğu anlaşılan iri yarı bir köpek çıkarak adamı kovalamaya başladı. Bir süre kovaladıktan sonra adamın peşini bırakıp yavrusunun yanına döndü.
Köpeğin döndüğünü görmeyen adam kaçmaya devam ediyordu.
Adam yorulana kadar koştu. Köpeğin, peşini bıraktığını anlayınca oturup nefeslendi.
* * * *
Adam bu kez de ara sokakların karanlığından korkmuştu. Hemen ana caddeye yöneldi, yürümeye başladı. Tam bir polisin yanından geçiyordu ki, ilerdeki sokak lambasının altında dikilen bir kıza iri yarı bir adamın saldırdığını gördü. Polis o taraftan geliyordu. Fakat polisin hareketlerinde bir telaş yoktu. Adam şaşkınlık içinde olaya bakarken, kız adamın elinden kurtulup çantasından bir silah çıkarmayı başardı. Saldırgan tekrar atıldı kızın silah tutan elini
bileğinden yakaladı. Kuvvetli bir iki silkeleyişle kızın elindeki silahı fırlattı. Silah polisle adamın yanına kadar savrulmuştu.
Adam korkudan kısılmış bir sesle polise seslendi ;
-Yardım etsenize.
Polis alaylı bir şekilde güldü ;
-Yardıma gerek yok, o tek başına da kızı öldürebilir.
Polis daha sonra adamın şaşkın bakışları arasında yürüyüp gitti.
Adamın şaşkınlığı sürerken, kız saldırganın bir tokatıyla yere yuvarlandı. Saldırgan yerdeki kızın üstüne giderken belinden bir bıçak çıkardı. Onları seyreden adam kızın korku içinde attığı
çığlıkla kendine geldi, ayaklarının dibine düşmüş olan aldı ve kızı öldürmek üzere olan saldırgana çevirdi, tetiğe bastı. . .
Saldırgan, hiç bir şey olmamış gibi ayakta duruyor, şaşkın ona bakıyordu. Adam bir daha ateş etti, bir daha bir daha. Kurşunu bitmişti ama saldırgana bir şey olmamıştı. Üstelik elindeki
bıçakla öfkeli bir şekilde üzerine geliyordu. Yerdeki kız ise oturmuş rahat bir vaziyette onları seyrediyordu. Eli bıçaklı adam karşısına gelince kanlı dişlerini göstererek bağırmaya başladı.
Ne söylediği anlaşılmıyordu ama öfkesi gözlerinden okunuyordu. Adam vampirlere inanmıyordu ama karşısındaki adamın kanlı, koca koca dişlerini görünce dizleri tutmadı olduğu yere yığıldı.
Saldırgan uzandı elindeki silahı aldı, ağzından kanlı dişleri çıkardıktan sonra bu kez anlaşılır bir sesle bağırdı ;
-Ne yaptığını sanıyorsun sen, şurda rahatça bir film çeviremeyecek miyiz ? Üstelik tabancadaki tüm kurusıkıları harcamışsın!. .
Filmi çeken diğer adamlarda köşeyi dönüp gelmiş adama bağırmaya başlamışlardı, adam ayağa kalktı, topuğunun üstünde geriye döndü, silah sesini duyup gelen az önceki polisin bıyık
altından gülerek kendisine baktığını görünce başıyla selam verdi, yanından geçip sakince yürümeye başladı, filmciler hala arkasından bağrışıyordu.
Adam başka bir caddeye dönünce, ağzıyla rüzgar uğultusunu andıran korkunç bir ses çıkarmaya başladı, duvara dayalı bir merdivenin altından geçti, önünden geçen kara kediye tekme attı,
karşısına çıkan bir köpeği korkuttu. Yanından geçtiği çocuk parkına girdi, kaydıraçtan kaydı, parktan çıkarken gördüğü sarhoşun yanından sallanarak geçerken seslendi ; "-İyi geceler hık. . .
birader hık. . . " diye, sarhoş taklidi yaptıktan sonra caddeye çıktı, bir şarkıyı ıslıkla çalarak, neşeli adımlarla, kah zıplayıp, kah oynayarak evine doğru yürümeye başladı
--------------------------------------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------------------------------

tek kaldım
 

bır gun onu bızım mahallede bakkalın orda gordum cok tatlı dıyordum yenı bır ılıskıden cıkmıstım ve yenı bır ılıskıye hazır dgıldım ayalamak sureklı onun adı dılımdeydı seker bayramının 2. gunu konser vardı alısanın konserıydı ve tam karsımdaydı goz gozeydık alısanı ızleyecegıme onu ızlıyordum bızzım mahlede bır arkadasına benden bahsedıyormus ama adımı bılmedıgı ıcın benı gostermıs
ve teklıf geldı hıc dusunmeden kabul ettım basta hersey cok guzeldı canım cıcım aylarıydı tekstılde calısıyordu 6.30 da ısten cıkıyordu he aksam onu beklıyordum 2 dakıka goreyım dıye her pazar da gorusurduk neyse onun yanında bende ısle basladım ıste o zaman her sey degıstı bırbırımızı cok kıskanıyorduk o yuzden sureklı tartısıyorduk ben ısten cıktım hersey duzelır dıye umuyordum ablam sevgılısıyle gorustugunde bende onla gıdıyordum bu duruma cok kızıyorduve ablamla gıtmemı ıstemıyordu gıttıgınde hersey bıter demıstı ve ben yıne mecburıyetten ablamla gıttım ve hersey bıttı dogumgunune 2-3 gun kalmıstı ve aldıgım hedıyeyı verememıstım benı gordugunde yolunu degıstırıyor yuzume bıle bakmıyordu sevgılıler gununu yalnız acı cekerek gecırdım dogum gunumde arkadasımbana cok guze bır hedıye verdı benı en nefret ettıgı kızla aldatmıs bunu duydugumda butun dunyam bsıma yıkıldı aradan aylar gectı onu co ozlemıstım ve hıc ummadıgım bır anda karsıma cıktı gozgoze geldık bana ne bakıyosun dedı ben sustum konusamadım o anda tas kesıldım onceden bızım mahalleden ayrılmazdı ama onla ayrıldıktan sonra mahalleye hıc gelmedı onu gordugumde yuzune bakamıyodum onu ozledıgıme ragmen ama onun gozlerı hep ustumdeydı karsıma baska bırıı cktı tekıf ettı bende kabul ettım dalgasına cıkcaktım ama boyle olcagını dusunmemeıstım aradan aylr gectı cocuk bana tam baglanmıstı annesı ölmüs hayatta herseyını kaybetmıs elımı tuttugunda benı hıc bırkma ellerımı bırakma dıyor ama ben onu hıc sevmıyordum sevdıgım cocuk hergun bızım mahallyeye gelıyorve ben onun benı aldatıgna ınanmıyorum bunları ondan duymak ıstıyorum duydum kı benım ıcın bıraktıgı ıckıye tekrar baslamıs onunla konusacak cesaretım yok ve ne yapacagımı bıllmıyorum benı seven cocuktanda ayrılamıyorum yapamıyorum benım cektıgım acıları onun cekmesını de ıstemıyorum yanı anlıyacagınız gıden serefsızlerden olmak ıstemıyorum onun nefret ettıgı seylerı yapıyorum onun benden ayrılması ıcın herseyı yapıyorum ama benı kaybetmemek ıcın herseyı goze alıyor telefonda sesı onun sesıne benzıyor gulusu konusması sankı onla degılde sevdıgım cocukla konusuyorum yuzyuze gorusunce konusamıyorum gozlerıne bakamıyorum onu sevdıgım ıcın utandıgımı dusunuyor ama onu sevmıorum hatta svemıyorum butun kızlar onun pesındeyken o benım pesımde gozlerı bendeen baskasını gormuyo yemınler edıyor hatta evlenmek ıstıyor ama sevmedıgım bııyle evlenemem ne yapcagımı bılmıyorum anlıyacagınız cıkmaz sokaklardayım sevdıgım cocukla bı sarkımız vardı onu telefonda dınlletınce hungurhungur agladım nedn aglıyosun dedıgınde yok bısey deyıp konuyu dgıstırdıM ve ne yaacagımı bılmıyorum HAYATIN HIC BIR ANLAMI YOK ONSUZ ECEL 3

----------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------------
Çok Özel Bir Hikaye

Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği ikikatlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı..Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi..
gölgeyi sever menekşelerderdi..Oysa ögretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı onlara .Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi , her bitki güneşi severken,onlar nedengölgeyi tercih ediyorlar diye düşündü durdu Hande...Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler
bu yüzden bu kadar güzeldi.Herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı.Daha o yıllarda farklı olmak için uğras vermeye başladı. ilk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer'in yanına oturmak istiyorum ögretmenim diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi. Hande ise mühendis Kamil Beyin biricik kızı. Ögretmen pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande' yi. Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın
diye öğretmen Hande'nin annesini çağırdı.
Annesi eve geldiklerinde Hande'ye sordu :
- Neden yavrum Hacer in yanına oturmak istiyorsun?
Hande cevap verdi :
- Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler
güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever. Menekseler farklı, belki de
bu yüzden bu kadar güzeller. Hacer'in yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum, dedi.
Annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4.sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak
- peki kızım kimin yanında istersen oturabilirsin, " dedi.
Pazartesi Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer.Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlarda soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibidağınık, bir şeyi, iki kere anlatınca anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti.En çok alınan doktor Cemal Beyin kızı Esin'di. Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar,
Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı. Nasıl olur da kendi yerine Hacer'i seçerdi. Çok gururu kırılmıştı Esin'in. Hande ile konuşmuyordu.Birgün Hande ve ailesi Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler. Hande gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olmuştu.Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı?Sonra menekşeleri hatırladı hemen düşüncelerinden utandı. Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu. Hacer'in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı. Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konusmuyordu.
Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti. Bir evin önünde durdu. Evin penceresinde ki saksıya gözü
ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi. Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç
sevmezlerdi eve dogru bir adım attı. Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacerdi.
Hande'ye gülümsüyordu.
- Hoşgeldin Hande buyurmaz mısın?, dedi.
Biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda sıcacıktı odun sobası
her yeri ısıtmıştı. Menekşeler diyebildi sadece Hande...
- Bu soğukta ?
Hacer gülümsedi ;
- Onlar annem için, annem onları çok sever.
Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
"Annen hasta mı?" dedi.
"Evet 2 sene önce felç oldu ona ben bakıyorum, bizim kimsemiz yok, birtek ineğimiz var onunla
geçiniyoruz. Ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor, dedi Hacer
utanarak. Bir de bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun
okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum. Hande'nin gözleri dolmuştu. Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu. Bir müddet sonra anne bu Hacer diye tanıştırdı sıra arkadaşını. Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte. Hande annesine anlattı Hacer'in hayatını, ağlayarak.
"Bir şeyler yapalım anne" dedi.
O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar. Hacer artık Handeler den okula gidip geliyordu, ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu. Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeşlerdi artık. Mor menekşeler Hande'ye Hacer'i armağan etmişti. Hacer'e ise hem Hande'yi, hem hayatı. Seneler sonra ikisi de evlendi. Hacer şimdi bir doktor. Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifa dağıtıyor. Hande ise bir ögretmen. Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de ögretiyor. Bir kızı var
adı, Hacer Menekşe. Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande.
LÜTFEN SEVGiNiZE ÖNYARGI KOYMAYIN.
HERŞEY SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR
SEVDİKTEN SONRA İSE SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR

----------------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------------

GERÇEK DOSTLUK BÖYLE OLUR
 

GERÇEK DOSTLUK BÖYLE OLUR

Çok samimi iki dost ve arkadaşlardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi. Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok
beğendiğini ve kendisine vermesini ister. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez.Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.

Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir
ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek arkadaşının iş yerine gider
ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadaşına kızamaz. Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.

Saf adam artık zengindir. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir. Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, Kimsesi olmadığını
öğrendiği kadına; Kendisinin de yanlız olduğunu söyler ve bu evde birlikte
yaşıyalım sen evin işlerini ve yemekleri yaparsın der, yaşlı kadın hiç
düşünmeden kabul eder. Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine, kendine
uygun bir kız bulup evlenmesini söyler. Bizimki böyle bir kızı nasıl
bulacağını, kendisinin tanıdığı olmadığını söyler.Yaşlı kadın ona uygun bir
kız tanıdığını ve kendisiyle görüştürebileceğini söyler. Görüşmeler
sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi
kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yinede unutamamıştır. Biraz da
geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da davetiye gönderir .
Düğün günü gelir çatar. Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek
isteğiyle mikrafonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya; Eskiden çok
sevdiğim bir dostum vardı. Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi. Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. işlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi. çok üzüldüm, ama yinede arkadaşıma kızmıyorum .çünkü biz gerçek dosttuk. Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha
fazla dayanamaz mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;
Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı.
İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi.
Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek nişanlısını da verdi. Nişanlısını
istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı (Hayat kadınıydı)
Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu
şekilde kurtardım.İşleri bozulduğunda gelip benden iş
istedi, Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim.
Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı. Babam ölmek
üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi.Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim. Şu anda evlenmekte olduğu kız de benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim. Değerli misafirler, işte biz böyle dostuz.

-------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------------------------
çok samimi iki doşt ve arkdaşlardı
 

Çok samimi iki dost ve arkadaşlardı. Fakat bir tanesi çok kurnaz atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi. Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok
beğendiğini ve kendisine vermesini ister. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez.Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.
Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir
ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek arkadaşının iş yerine gider
ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadaşına kızamaz. Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır.
Saf adam artık zengindir. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir. Bir gün evinin kapısını dilenci bir kadın çalar. Yaşlı kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister. Bizim saf hiç düşünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, Kimsesi olmadığını
öğrendiği kadına; Kendisinin de yanlız olduğunu söyler ve bu evde birlikte
yaşıyalım sen evin işlerini ve yemekleri yaparsın der, yaşlı kadın hiç
düşünmeden kabul eder. Bir süre sonra yaşlı kadın bizimkine, kendine
uygun bir kız bulup evlenmesini söyler. Bizimki böyle bir kızı nasıl
bulacağını, kendisinin tanıdığı olmadığını söyler.Yaşlı kadın ona uygun bir
kız tanıdığını ve kendisiyle görüştürebileceğini söyler. Görüşmeler
sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi
kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yinede unutamamıştır. Biraz da
geldiği konumu görmesi açısından samimi arkadaşına da davetiye gönderir .
Düğün günü gelir çatar. Saf adam düğün salonunda bir şeyler söylemek
isteğiyle mikrafonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya; Eskiden çok
sevdiğim bir dostum vardı. Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi. Çok üzülerek onu da kendisine verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim. işlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi. çok üzüldüm, ama yinede arkadaşıma kızmıyorum .çünkü biz gerçek dosttuk. Bu konuşma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha
fazla dayanamaz mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya;
Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı.
İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim, bütün parasını bana verdi.
Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek nişanlısını da verdi. Nişanlısını
istememin nedeni o kadının arkadaşıma layık olmamasıydı (Hayat kadınıydı)
Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu
şekilde kurtardım.İşleri bozulduğunda gelip benden iş
istedi, Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim.
Günün birinde karşılaştığı yaşlı adam benim babamdı. Babam ölmek
üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi.Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için gönderdim. Şu anda evlenmekte olduğu kız de benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim. Değerli misafirler, işte biz böyle dostuz.

-------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------
kar çiçeği ve yavru fok
YÜRÜYÜŞ

Hava zifiri bir karanlık. Bilincim canlı. Kendime özgü bir hal içindeyim. Koca ovayı sulayan, büyük kanalların birinin, set yolunda yürüyorum. Yanı başımdan akıyor su; sesi kulağımı, serinliği tenimi aynı anda sarmalıyor. Bacaklarım daha bir iştahla adımlıyor yolu; kalbim se, etrafımda olan biten bütün gerçekliğe, daha bir saygılı çarpıyor şimdi. Aynı ritimde gelen kurbağa vıraklama seslerinin arasına şimdi; bir üveyik kuşunun – sevdiğini kaybetmiş bir kadının ağıt çığlığı gibi- hüzünlü-hüzünlü ötüşü karıştı. Kokusunu bildiğim uzun otların arasında olmalı onun yuvası, diye düşündüm.

Gecenin karanlığında, yanı başından yürüdüğüm tarlaların, kiminde mısır, kiminde soya fasülyesi, kiminde de yerfıstığı büyümekte idi. Çıtır-çıtır boy atma sesleri geliyordu kulağıma.

Epey bir yol yürümüştüm. Karnımın acıktığını hissettim. Ve yolun ortasında durarak, çantamı sırtımdan çıkarıp, ayağımla çakıl taşlarını temizlediğim yere, bağdaş kurup oturdum. İki domates, biraz beyaz peynir çıkardım ekmeğimin yanına; tadını ağzımın her yeri ile ala-ala iştahla yedim hepsini. Gövdemin neşelendiğini hissettim şimdi. Sonra, buraların öz kuşu olan bir turaç gibi başımı uzatıp, sağıma-soluma baktım. Ay arkamdan yeni doğuyordu, ışığı daha vurmamıştı etrafa; bu yüzden, yakınımdaki uzun otlar ve 3-5 km. uzağımdaki birkaç köy ışıklarından başka bir şey göremiyordum. Bir yandan kulağımı, yanımdan akan suyun sesine veriyor, diğer yandan aklımı da, beynimin ve kalbimin içinden gelen, kendine özgü serzenişine veriyordum. Özümdeki ve dışımdaki her şeyle bir bütünlük içinde hissediyordum kendimi; Öyle de olması gerektiği inancımla.

Çantamı sırtıma alıp, yine iştahlı adımlarla yola koyuldum. İnsanın ne muhteşem bir varlık olduğunu düşündüm. Gerçeğe daha çok saygı duyuyordum şimdi. Bütün bu işleyiş eğer, bir mantık temelinde gelişmiyor olmasa idi ve zehirli olsa idi; bitkiler, böcekler, balıklar, kuşlar ve biz, bugün hâla olmaz idik, diye düşündüm.

Gecenin karanlığı; suyun, içinde yaşattığı balıkla teması gibi, resmen sevişiyor gibiydi tenimle. Ya da ben böyle yakın hissediyordum karanlığı kendime. Geceye ay çıkmasaydı, nerdeyse gece, gözbebeklerimi kaplayacaktı. Yok-yok öyle karamsar bir karanlıktan söz etmedim; gece seni seviyorum, yıldızlar sizi de.

25 metre kadar uzunluktaki bir köprüden, suyun öbür yakasını oluşturan setin üzerindeki yola geçtim. Yolun orta yerlerine tünemiş, birkaç tibili kuşu havalandı önümden.

Tibili kuşunun yerel dildeki diğer bir adı da kabacurruk kuşudur. Bu kuş, tibili adını, sanırım çabuk-çabuk ve nazikçe, tin-tin yürüyüşünden almış olsa gerek. Kabacurruk adını ise sanırım, kabarık tüylü oluşundan ve ‘’curruk’’ der gibi ötüşünden almış olsa gerek. Bu gri kuşun, ulusal ve ya evrensel adı nedir bilmiyorum. Doğrusu ben, bu isimlerini sevdiğim için, genel adını hiç merak etmedim. Bu kuşun diğer kuşlardan farklı özelliği, bence uçuşu. Bu kuş, kendisini korkutan her hangi bir canlının, doğrudan 30 metre kadar yükseğine, tepesine uçar. Ve orada bir helikopter gibi asılı durur. İki serçe büyüklüğündeki bu gri kuşun diğer bir özelliği de; kafasında, tersten takılmış bir şapka görünümü olmasıdır.

Kendine özgü anılarımın, kendine has halleri, düşüncelerimde harman olurken; şimdi, tekrar kulağımda duyduğum, ayağımın altındaki sıkışan çakıl taşlarının, hızlı ritimdeki çıtır-çıtır sesinden, adımlarımın iyice çabuklaşmış olduğunu fark ettim. Bir an duraksayıp, sırtımdaki çantamın omuzlarımdan geçen askılarını, az yerinden oynatıp, tekrarsan yoluma devam ettim.

Kimi zaman şöyle, kimi zaman da böyle geçen hayatımın, anlamlı ve netlik içinde bütünlük taşıdığını düşünürken; şehrin şıklarına doğru yaklaştığımı fark ettim.

Düğümün sorgusu menzili istikametinde ve aynı zamanda da doğanın kendisine doğru yaptığım bu yolculuktan, şimdi tekrardan ben’e doğru geliyordum; şehrin bitmek tükenmek bilmeyen, içi ‘’ben’’ dolu yaşamına doğru.

Bu yürüyüşümdeki hissettiklerimi, daha sonraki bir günde yazmak amacıyla sesimi kaydettiğim cihazımı, şimdi kapatıyorum.
---------------------------------------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------------------------------
4KIZ+BİR ADET CİN+KORKUNÇ BİR TATİL(+18) bize verilen birceza güneşi göremiyorumm:'(


 

"Karların tam ortasında bir çiçek açmış beyaz,Uzaktan çiçeği farkeden yavru fok koşarak gelmiş bu bembeyaz,narin şeyi ilk kez görüyormuş,Uzanmış koklamış,hızla annesine koşmuş ''Gördün mü'' demiş.Ne biçim bir şey bu böyle çok güzel görünüyor.'Nedir adı Anne?' diye sormuş.Annesi eğilip önce yavru fokun burnuna bir öpücük kondurmuş.'Kar çiçeği' çok narin bir çiçektir,zor yetişir,Derler ki ağladığında yada ölürken kırmızıya dönüşür zarar verme sakın demiş.Yavru fok bilmiyormuş zarar vermenin ne demek olduğunu çünkü dünyada olan tecrübesi çok azmış.Kötülük bilmezmiş yüreği.'Tekrardan bakmaya gideceğim ama söz anne uzaktan bakacağım'demiş.Koşarak giden yavrusunun arkasından bakmış anne fok.Yavru fok kar çiçeğinin yanına gelmiş.Onunla konuşmaya başlamış.Onu arkadaşı olarak kabul etmiş.Kar çiçeği o kadar güzelmiş ki yavru fok annesinin tembihine uymuş,bir şey olmasın diye korkudan kar çiçeğini bir daha koklamamış bile sana dokunmadan seveceğim demiş.Hem sen böyle de benim seni sevdiğimi,bunu da senin iyiliğin için yaptığımı bileceksin.Günler günleri kovalamış artık kar çiçeği ile yavru fok çok iyi arkadaş olmuşlar.Yavru fok annesine her defasında arkadaşı kar çiçeği ile ne konuştuğunu anlatırken bir yandan da onun suya girememesine ve sürekli aynı yerde durmasına karşın kendini ne kadar kötü hissettiğini anlatıyormuş.Anne fok ''şayet o yerinden ayrılırsa bir daha yaşayamaz'' demiş.Yavru fok annesinin tüm söylediklerini arkadaşı ile paylaşmak üzere hızla kar çiçeğinin yanına koşmuş.'Biliyorum' demiş 'burada böyle durmaktan sıkılıyorsun keşke seninle dolaşabilseydik.Ama olsun sen üzülme ben sana gördüğüm yaptığım herşeyi anlatırım.Sen de böylelikle herşeyi bilirsin.'Kar çiçeği sanki yavru foku anlıyor ve ona hak veriyor gibi yavaş yavaş sallanıyormuş.Günlerden bir gün yavru fok sudan çıkarken bir takım gölgeler görmüş korkup tekrardan suyun içinde dalmış.Gölgelerden gelen sesler gök gürültüsü gibi şimdiye kadar hiç duymadığı seslermiş.Karanlık gölgeler suyun altında olan yavru fokun yanından hızla uzaklaşıp ilerlemiş.Yavru fok kafasını sudan çıkardığında gölgelerin en iyi arkadaşına doğru ilerlediğini görmüş ve korkmuş.''Saklan hadi ...... durma öyle!..... saklan'' diyormuş.Arkadaşı Kar çiçeği ise yavaş yavaş sallanıyormuş sanki onu anlamış gibi...Yavru fok endişe içinde gölgelerin adımlarına bakıyormuş gölgelerin elinde tuhaf sivri bir takım aletler varmış.''Nedir bunlar?'' diye anlamaya çalışırken.Farketmiş ki o gölgeler arkadaşının tam üzerine doğru ilerliyor.Sudan tamamen çıkıp gözlerini arkadaşına dikmiş.Arkadaşı bir kez daha sallanırken dev bir adım tam üzerine gelmiş gözünden kaybolmuş bir anda en iyi arkadaşı.O anın verdiği endişe ile korkularına aldırmadan arkadaşına seslenerek koşmaya başlamış gölgelerin adımları altında kalan arkadaşının yanına.Gölgeler birden durmuşlar.Tuhaf sesler çıkararak gülmeye başlamışlar.Fok arkadaşına olan sevgisinin yarattığı endişeye kapılıp gölgelerin ayağına kadar geldiğinde daha arkadaşına uzanamadan bir acı hissetmiş tam başında.Yavru fokun çenesi hızla buzlara çarpmış.Kırmızı bir sıvı görmüş gözlerinin içinden beyaz karlara süzülen kendini arkadaşına doğru çekmiş arkadaşı artık sallanmıyormuş.Yerde ezilmiş ve hatta neredeyse karların içine gömülmüş.Ne olduğunu anlayamamış fok,kafası çok acıyormuş.Kımıldayan foku gören gölgeler bir kez daha vurmuşlar yavru fokun kafasına.Yavru fokun acıyla gözleri kapanırken aklına gelmiş annesinin sözleri 'Sakın zarar verme' o an anlamış zarar vermenin ne kadar kötü bir şey olduğu.İçinden canı acırken 'iyi ki ben yapmamışım. İyi ki Kar çiçeğine zarar vermemişim.'demiş.Gözlerini yavaşça gölgelerin acımasız suratlarından kar çiçeğine doğru indirirken kendi kanının çiçeği kırmızıya boyadığını görmüş.Gözlerinden akan yaşlardan bir tanesi çiçeğin üzerine düşmüş ama üzerinde ki kırmızılık gitmemiş.Annesinin sözlerini hatırlamış.Son sözleri arkadaşına gözlerini kapatarak son anda bile zarar vermemek adına koklamayı düşünsede bunu yapmadan fısıldamış.''Yanındayım arkadaşım ve sana zarar vermeden her zaman da yanında olacağım.'' Yazan:Yeşim Balaca

Her sene yılın belli zamanlarında Kanada'da fok katliamı yapıldığını hemen hepimiz biliyoruz.Bu zihniyetleri anlamak mümkün değil benim için.Özellikle yavru fokların kürklerinin daha kaliteli olması nedeniyle onların hedef alınması ve yine kürke zarar verilmemesi için öldürülüş şekilleri tek kelimeyle korkunç.
Tüm hayvanlar insanoğlundan korkmalı çünkü her türlü kötülük ne yazıkki insanlardan geliyor..

--------------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------

YÜRÜYÜŞ
 

 

mbr ben esra size başımdan geçen bir olay anlatacağım . biz tatile yazlığımıza antalyaya gitmiştik .orada komuşularımız vardı her gün birlikte denize gidiyoruk . bi gün denize gidiyorduk her zaman gittiğimiz yol kapalıydı .bizde başak yoldan gidelim dedikk.. sonra tercih ettiğimiz dieğr yoldan gitmeye başladıkkk ....neyse sahile geldik .. çok yorulmuştuk eve dönüyorduk ..... geldiğimiz yol da geri dönmeye başladık karnımız çok acıkmıştı..ve giderken bir dinerci gördük hemen içeri girdik bz döner yerken saati unuttuk ... hava kararıyordu hemen hesabı ödeyip çıktık zaten 4 kişiyidk sonra yaren bu yoldan gelmemiştik dedi .ikizi nazen ise hayır bu yoldan gelmiştik dedi .ne yapacaktık farklı bir yerdeydik buralrı sadece içimizden bir kiş biliyordu ...nazen , ben , yaren hepimiz buradaydık .. ama ece yoktu hepimiz banikledik .çünkü hava kararmıştı çok korkuyorduk ... biz dekide akıl ben hemn cep telfonumu çıkardım ve babamı ardım ama babam ın tel kapıydı annemi ardım annemnkide kapalıydı bir süre sonra benimkide kapandı yaren ve nazen ikiz oldukları için onalrda annem ve babalrını aradılar ama anne ve babalarının teli kapalıydı ve ece hala ortalıkta yoktu...bir süre sonra yaren ve nazenin telleride kapandı ....artık çok çağresizdik hava iice kararmış ve hava soğuktu hafif rüzgar esiyoru bir buçuk saat kadar eceyi aradık... ama yoktu bulamıyorduk ...neyse ordan burdan giderken sahili gördük...sahilde olacağını düşündük ve sahile gittik sonunda ece ordaydı ama ece çok tuhafftııı bize hadi eve gidelim dedi ... biz ii olup olmadığını sordukkk daha sonra bize herzamanki yolun açıldığını söledi neyse bizde o yoldan gittmeye karar verdik eceye açılmadığını göstermek için ama gerçektende açılmıştı ...sonra ece yaren ve nazne dayılarını bir trfik kazası geçirdiğini durumunun kötü olduğunu söledi tabikide inanmadılar ama eceye inanmayınca ece sinirlendi ve nazeni boğmaya başladı nazenin boğazından kanlar akıyordu nazen zor nefes alıyordu .... bu sfer yaren sinirlendi ve eceye vurmaya başladı ...ece aslında ece değildi iiçinde 3 harfli vardı bunu nazeni boğarken ben fark etmiştim çnkü nazeni boğazladıktan sonra elleri hiç kan olmamıştı ama nazenin boğazı kanıyordu...neyse fazla uzatmıyım sonra ben yareni eceden uzatlaştırmaya çalıştım sonra yaren ve ben bild,iğimiz dualrı okumaya başladık ve bira anda ikimizde hiç birşey göremedikk.. bira anad panikledik ...sonra gözlerimiz açıldı ece ve nazen yerde yatıyordu ....biz çok telaşlandık ...nazen zor nefes alıyor ece ise ölmiüştü:'( daha sonra önceden kapanan teller açıldı ve annem arıyordu beni bende açtım ksım nerdeseiniz çook merak ettik diyordu saat kaç oldu nerdesinzi hava kararmak üzre dedi hemen gelin dedi ve kapadı ama çoktan hava kararmıştıbu işte bir terslik vardı ama neydi o tersliği tek nazen biliyor çnkü biz yerenle göremedğimiz zaman naznen herşeyi görmüştü ve gördüm diyordu ama ne gördüğünü söylemiyordu herkesin aklı karışmıştı ve babam arıyordu bu sefer ksım nerdesiz diye babama sahilde olduğumuz söyledik babam geldi ve bizi aldı babam hava kararmak üzre iken burda ne ardığımız sordu nazeni ve ceyi bu arad hastaneye götürüyürduk ...babam havanın tam aolarak kararmadığını ve güneşin yeni battığını söyliyordu ama biz güneşi göremiyorduk neyse sonra nazeni hastaneye getirdik ece çoktan ölmüştü nazen kurtuldu ama şimdi yaren nazen ve ben piskolojik tedavi alıyoruz ...ama güneş i saat 4 ten sonra göremiyoruz bunun nedenini bilmiyoruz ama...tek bildiğimzi şey bir dah ao sahile gitmiceğimiz:'(
------------------------------------
---------------------------------------------
-------------------------------------------------------

NEDENSİZCE GİTTİN...

genç kız uzun zamandır birini karşılıksız seviyodu...aşka,sevgiye hiçbişeye inancı kalmamıştı artıkk..aşk diye bir duyğu yoktu onun için varsada sadece acı ve göz yaşından ibaretti onun için. 8,5ay sonra ilk kez birinden hoşlanmaya o yitirdiği sandığı duyguları tekrar hissetye başlamıştı.o hoşlandığı kişide ona karşı boş değildi arkadaşlıktan çıkmıştı artık ikisininde duygulurı.genç kız artık geçmişi unutmaya başlamıştı bile sadece o hoşlandığı kişiyi düşünüyodu.bir gün okul çıkışı o hoşlandığı çocuk kızı okuldan almaya geldi ewe dönerken bi parkta oturdular.genç kızın elini tutarak çıkma teklifi etti kıza.kız kabul etti çok güzel bir hafta sadece bir hafta geçirdiler.bir gün kız ewe geldiğinde bi msj kızın hala eski sevdiğini unutamadığını düşünüyordu kız hıçkırıklara bogldu o akşam buluştular ve barıştılar ertesi gün kız okulu girerken genç ayrılmaları gerektiğini söyleyerek özür diledi.nedensizce bıraktı kızı verdiği sözler hayaller hepsini ama hepsini biranda sildi kıza beni bırakma demişti kendi bıraktı gitti. kızın toparlanacağını düşünüyodu evet 2 kez kız tam 2 kez darbe yedi hayattan ilki sevdiği sevmemşti ikincisi seviyrm dedi halde bırakmıştı kız artık bu durumu kaldıramadı ve gence olan son mesajı:
Sarılıp tabutuma bir off... çekeceksin
İşte o an benim çektiğimi
Sen bir anda çekeceksin
Geçte olsa hatanı anlayacaksın
Bir an yaşlı gözlerle bana bakacaksın
Bak sana döndüm diye yalvaracaksın...
Mecburen seni seveni..
Beyaz kefeninde bırakacaksın yazıyordu ve genç bu mesajda yazanların aynısın yaşadı
(HERKEZ SEVDİĞİNİN KIYMETİNİ BİLSİN VE ONU ASLA HİÇBİRNEDENDEN DOLAYI BIRAKMASIN SIMSIKI SARILSIN EGER SEVDİĞİNİZE HALA ONU NEKADAR SEVDİĞİNİZİ SÖYLEMEDİYSENİZ LÜTFEN Bİ DAKKİKA BİLE KAYBETMEYİN UNUTMAYIN Kİ HAYAT ÇOK KISA...)
-------------------------------------
---------------------------------------
----------------------------------------------------------

ZEHİR
 

Uzun yıllar önce Cinde Li-Li adli bir kız evlenir ve ayni evde kocası ve kaynanası ile birlikte yasamaya baslar. Lakin kısa bir sure sonra kayın validesi ile gecinmenin çok zor olduğunu anlar.İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır buda onların sik sik kavga edip tartışmalarına yol acar. Bu cin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev onun ve annesi ile karisi arasında kalan esi içinde cehennem haline gelmiştir.

Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kız doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır.

Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ekstra hazırlar ve bunu 3 ay boyunca her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek , böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve esinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.

Sevinç içinde eve donen Li-Li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular . Her gün en güzel yemekleri yapıyor. Kaynanasının tabağına azar azar zehiri damlatıyordu.Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir sure sonra kayın validesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. Genç kız kendisini ağır bir yük altında hissetti Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkanının yolunu tuttu ve yaşlı adama su ana kadar kaynanasına verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı, Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu.

Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-Li ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı

" Sevgili Li-Li dedi , sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayın valideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz " dedi
 

---------------------------------------
----------------------------------------------------

 Gidişim, Bendeki Yokluğun Olacak

 Günlerce sen indin taksilarden bütün telefonlarda senin sesin soluduğum havada bile sen vardın.Durmaksızın senin kokunu doldurdum içime O kentte seninle boğulup kalmıştım.

 

 

 Seninle yaşamak herşeye rağmen güzel,upuzun bir düş gibi geliyor bana.Ama yalnızca bir düşle ne kadar yaşayabilir ki insan... Seninle yaşadığım tutkunun sende dokunduğum tenin, her gittiğim yerden alıp beni sana getiren kokunun ansızın tükenip yokolabileceği korkusuyla daha ne kadar yaşayabilirdim. Üstelik artık yavaş yavaş karabasana dönüşen bir düş. İkimizde o kentte oldukça hiç bitmeyecekti.Kimbilir belkide o kentin kendisi bir düştü.Bir başka kentte sevebilir miydim seni? Seni sevme cesaretini bulabilir miydim kendimde?Seni sevme sabrını gösterebilir miydim?

 O kent uçsuz bucaksız karmaşası içinde her gece akıl almaz raslantılarla yaşanıyor biliyorsun Her gece bütün günahları saklıyor karanlığında . Yoruyor insanı;bitmez tükenmez bir yorgunluğun içinde uyuşturuyor. Öylesine uyuşturuyor ki yaşanmış bütün hoyratlıkları, bütün düş kırıklıklarını çarçabuk unutuyoruz..Unutulmayan düş kırıklıkları ya da en derinden yaşanan pişmanlıklar hiçbirşeyi yeniden başlatmaya yetmiyor.

 Doğru sen milat oldun benim yaşamımda “Bir ömürde kaç kez milat yaşanır” bu soruyu sorarken ne kadar güvenliydin kendine... Oysa bana seninle yaşadığımız milattan önce de yaşadığımı bilmek yetiyor.Sende bilirsin doğada hiçbirşey tümüyle yokolmaz .Her nesne dönüşür yalnızca, sürekli olarak dönüşür yeni birşeylere. Doğanın sonsuz devinimini yaratır bu dönüşüm Bütün bunları senden öncede biliyordum ben. Şimdi senden önce nasıl yaşandıysa senden sonrada öyle yaşanacağını bildiğim kadar iyi biliyordum üstelik.Bunu bilmek öylesine güç veriyor ki bana yaşanmış tüm düş kırıklıklarını, unuttuğum tüm pişmanlıkları yeniden anımsıyorum. Beni her an biraz daha tüketen yokluğunu,bendeki yokluğuna dönüştürebileceğime de daha çok inanıyorum artık.

 “Kaçış bu”dedin bana .Sesin öfkeliydi. Ellerinden anladım şaşkınlığını. Seni bırakıp gideceğime hiç inanmamıştın biliyorum.. Oysa yanıbaşında gecelerboyu hazırlandım yokluğuna farketmedin. Karanlığa sığınıp usulca uykusuzluğumu değdirdim uyuyan bedenine. Senin koynunda ellerimi saçlarında gezdirirken her gece yeniden yitirdim seni.Bir daha dönmemecesine her gece bırakıp gittim. Yapamadım. Uykusuz sabahlarda yeniden çaldım kapını.Beynimdeki o deli,tutkulu çığlıklarda aradım hep koynunda buldum seni..

 Bu kenttende senden de kaçabilir miyim hiç.Bu kenti ne çok severim bilirsin , Seni...Hayır kaçış değil ama karşı konulmaz bir sürüklenme duygusu bu. İnsanoğlunun bütün acılardan sonra yüzünü kendine, yalnızca kendine dönüp yaşadığı bir sürgün.Her sürgün gibi benim sürgünümde de ayrılık kaçınılmaz ve her sürgün gibi benim sürgünümden de yeni buluşmalarla dönülecek.

 -yılın sonunda öyle çok alışmışım ki sana
Üstelik sen öyle bağladın ki beni, sana yaklaştıkça kendimi yitirdim yok oldum sonunda.Gidişim seninle yaşanan bütün yokluklardan arınmak olmalı

 “Seviyorum seni” demiş miydin hiç... Sanmıyorum ama sevmek tenin tene karşıkonulmaz dokunuşysa, tutkulu çağrıları bir gecenin uykusuzluğunda yatıştırmaksa eğer sevdin beni biliyorum. Diğerlerini sevdiğin kadar sevdin beni de. Bizi sarıp kuşatan o koskoca fanusun içinde,kurulu bütün değerlere gözükara bir başkaldırı olmayacak mıydı evliliğimiz... Sen,yaşamın sürekli değişen renkleriyle çoğaltabildin kendini. Yeni yeni sevgileri taşıdın sevgimize. Bende denedim,diğerlerini sevmeyi bende istedim. Ama senin kokunla öyle doluydumki ne kokularını duyabildim onların ne de soluk almayı becerebildim. Geriye yalnızca yokluğunu yaşamak kaldı bana. Yanıbaşımda yokluğuna dayanamazdım.

 “Bütün günahlarını bana bırakıp gidiyorsun öyle mi!...”

 Herşeyimi sana seninle birlikte varoluşuma borçlu olduğumu söyleyen sen değil miydin?Kimbilir doğruydu belkide...Bir tanrı olmak istedin sen;küçücük dünyamın tek tanrısı...O zaman günahlarımdan korkmamalısın, tanrıların günahı olmaz ki. İçinde doğup büyüdüğüm o kenti adım adım doldurdun. Günahlarımla,korkularımla yürek acılarımla yapayalnız bıraktın beni.Onları sana değil tümüyle sana ait olan kente bırakıp gidiyorum. Çünkü onlarda benim gibi yalnızca seninle varoldular. Oysa “Gidişim, Bendeki Yokluğun Olacak” biliyorsun.

 Bembeyaz bulutların arasında ilerliyor uçağım. Soluğunun başımı döndüren ılıklığını duyuyorum. Yüzün arasıra görünüp kayboluyor. Yüzünü bulutların arasında gördükçe sana henüz söylemediğim bütün sözler adına burukluk kaplıyor içimi.O kentin seninle yürüyemediğim yolları bütün kıyıları seninle açmadığım bütün kapıları adına...

 Yaşamın sana ait olan biriktiremediğim her anı için kahrolası bir pişmanlık duyuyorum.

 Yolboyu ilerliyor uçağım. Gidilecek yere henüz varılmadı. Uçak az sonra inişe geçecek biliyorum ki varılacak yerde sen olmayacaksın artık, bulutlar olmayacak.

 



 

 Yüzünü de yavaş yavaş unutacağım
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Aşkın Adı Ümittir Artık
Harflerin Boyutu : AAAAAAA

 

 Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? “İlk bakışta aşık oldum” der kimisi... Hiç yaşamadım bilemem. Doğrusu inanmam da... Kim böyle söylese ya da nerede okusam bu cümleyi, olsa olsa etkilenmektir bunun adı, aşk değil diye düşünürüm. Böyle bir cümleden sonra şartlanılmış bir aşk yaşanır ve biter. Anıldığında geçici bir hevesmiş aslında diye düşünülür belki de... Neyse asıl konumuz bu değil. Düşsel bir aşkın hikayesi anlatacağım ben size, ya da isterseniz yaşanmış bir aşk deyin siz bu aşka... Bu hikayede, ilk bakışta aşk yok, arkadaşlıktan aşka dönüşen bir hikaye de değil bu! Bir yasak aşk öyküsü hiç değil! İçinde biraz hüzün, biraz mutluluk gözyaşı, birkaç şiir ve şarkı, yaralı iki yürek, kaygılar ve tabii ki uykusuz saatler var. Bu hikayenin içinde en çok ümit var. Merkezde ise aşk...

 Birbirine uzak iki şehir... Biri taş binalarla çevrilmiş, sokaklarında asık yüzlü insanların dolaştığı, kuru ayazların kol gezdiği bir şehir... Diğeri deniz kokusu iliklerine kadar sinen... Bu birbirinden çok farklı iki ayrı şehirde, birbirine çok benzeyen iki insan... Birbirlerinden habersizken, aynı gecede aynı yıldızlara bakıp aynı dileği tutuyorlar belki bir gün... Sonrasına siz masal deyin, ben hikaye... ya da bir düş... Dedim ya hikayede en çok ümit var diye; bir ümitle başlıyor işte her şey...

 Aşka en çok bahar yakışır değil mi? Oysa bir kış mevsiminde başlıyor bu düşsel aşk. Dışarıda kış, yüreklerde bahar... Kırlar yerine, yüreklerde açıyor papatyalar... Dışarısı soğukmuş, buz gibiymiş, ne gam? Yüreklerde güneş...

 Kadın taş binalı, kuru ayazlı şehirde yaşıyor. Sahteliklerden, yalanlardan bıkmışlığıyla bir uçurumun kenarındayken, bir ümit tutuyor elinden... Yani deniz kokan kentten gelen adam! Onun ne işi vardı o uçurumun başında diye soracaksınız şimdi? O da aynı sebeple oradaydı. Belki adam çevresindeki tüm sahteliklerin ve yalan sevdaların içinde adamlığından utanmıştı da , onu uçurumdan atıp rahatlamak istiyordu. Yüreğini de fırlatıp atacaktı; böylece kimse acıtamayacaktı onu bir daha... Ama karşılaşmayı hiç beklemediği o yer de kadınla karşılaşmıştı işte... Adam ve kadın elele verip vazgeçtiler yüreklerini atmaktan... Ne de olsa bir ümit vardı içlerinde hala... Aslında onların yürekleri elele tutuştu... O ikisi birbirlerinin gözüne kaşına değil, boyuna posuna değil, yüreklerine aşık oldular... Ve ilk sözleri “Yüreğine aşığım” oldu aşka ilk adımı atarken. En çok kelimeler yardım etti onlara, birbirlerinin yüreğine dokunmaları için.
Bir gece vaktinde kadın adamı düşünürken güncesine şöyle yazdı:

 “ Aşk nasıl akar bir yürekten diğer bir yüreğe? Belki bir şarkıyla, belki bir şiirle gelir. Belki de bir yıldız olarak düşer avucunuza, dilek tuttuğunuz bir gecede... Uzak bir kentte bir yürek şiirler yazar adınıza... Her dizede onu bulursunuz, her dizede kendinizi... 160 karaktere sığdırmaya çalışırsınız içinizden taşan her duyguyu... Sığdıramazsınız... Sonra beceremeseniz de şiir yazmayı onun kadar güzel, bir şiir dökülür kaleminizden...

 Sesini hiç duymadığım,
Hiç dokunmadığım ellerine,
Bir şaire vurgunum şimdi.
Ben hiç oldum, o herşey!
Yaşadığı kentte,
Bir gece olsun uyumadım,
Gezmedim sokaklarında,
Duymadım o kentin gürültüsünü
Ve koklamadım denizinin kokusunu...
Ben onun avucundaki yıldız oldum,
O benim içimde ümit..
İşte bu yüzden;
Aşkın adı ümittir artık, ümidin adı aşk! ”

 Adamsa bir hikaye yazdı ve anlattı bir aşkın başlangıcını... Sordu: “ Bir ümit üzerine aşk yazılabilir mi? ” diye. Kimi onaylayarak ümit üzerine aşk yazılır dedi, kimi vazgeç dedi aşkın aleviyle kırmızıya dönmekten... Bir başkası bu hikayenin sonu sadece hüsran diyerek ümitleri kırdı ve bir dost destek verdi, kadın ve adamın mutluluğuna katılarak... Sonu ne olur? Ne kadın biliyor, ne adam, ne de diğerleri... Tek bilen var sonunun ne olacağını, gözle görülmeyen varlığı en derinde hissedilen tek bilen...

 Şimdi iki ayrı kentte, birbirlerinin yaralarını kelimelerle sarmaya çalışan, iki yaralı yürek avuç içlerinde bir yıldız tutarak, birbirlerini düşünüyorlar. Ağlamanın ne kadar güzel olduğunu keşfediyorlar yeniden... Büyük bir mutlulukla yaşarken aşkı, hatta mutluluğu içlerine daha fazla çakmak için uykularını feda ederken hep ‘bir ümit’ içlerinde... Ve bir taraftan kaygılanıyorlar, korkuyorlar gün gelir bu büyü bozulur diye...Kelimelere, şiirlere, şarkılara sığınıyorlar birbirlerini daha çok hissetmek için... Sonuç olarak düşsel bir aşka ‘merhaba’ diyen iki ayrı yürek, tek yürek olup açtılar kapılarını mutluluğa... Ve göze aldılar ne zaman geleceği meçhul olan hüznü... Yani bir ümidin üstüne aşk yazıldı, ve daha bitmedi hikaye... İçinizden geliyorsa devam edin hadi yazmaya ve bir isim daha verin aşka...

 Aşkın adı ümittir artık, ümidin adı aşk...

-----------------------------------------------------
--------------------------------------------------------
Anlayamadın
Harflerin Boyutu : AAAAAAA

Sen kendi dünyanın renkli rüyalarında yaşıyorken uçarı sevdalarda,

Düşlerle gerçeklerin ayrı dünyaların mahsulü olduğunu yaşattın bana...

Evet ayrıldık..acı bir tecrübe olsa da benim için;
Sanma ki bu yara ömür boyu kanayacak.

Sanma ki bu yürek sana teslim olacak

Sanma ki acıların koynunda tükenip bitecek…

Bir sabah uyandığımda kalbimin ağrımadığı gün,senin kahrolduğun gün olacak.

Ben seni üç ayda sevdim,bir gecede de bitirdim seni..

Hatırlarmısın? bir gece yarısı beni arayıp;

“sensiz olmanın düşüncesi girdi aklıma uyuyamadım.Ne olur böyle bir şeyin olmayacağını söyle bana” dediğin gece kalbimi alıp götürmüştün benden.

Sensiz olmayacaktım,sen dışında kimsede olmayacaktı artık dünyamda.

“Senden başka kimse istemiyorum dünyamda.Benim hayatım senin olduğun yerde”

deyişlerini anımsıyorum…

Şimdi ise yorgun yüreğim aşka burun kıvırmanla,

hiçbirşey olmamışcasına davaranışlarınla usta işkencelerde..

ama yenilmeyeceğim,boynumu eğmeyeceğim çekip gidişine..

Beynime sıktığım kurşunla bitirdim seni bitap düşmüş yüreğimde…

Sen bu gönülde doğan en büyük güneştin anlayamadın,

Ama bu gönülde batan en küçük sen sandal da yine sen oldun bunuda çok iyi anladın…

-----------------------------------------------------
-------------------------------------------------------
Son Kez
Harflerin Boyutu : AAAAAAA

Eskiden hayat boş gelirdi ya
Sıkılırdık ya hayattan
Şikayet ederdik ya hep
Mutsuzum derdik ya
Şöyle olsun böyle olsun derdik ya hep
Ağlardık ya en ufak şeylere
Kızardık isyan ederdik ya
Şimdi anlıyorum aslında asıl boşluğun onlar olduğunu
Ne zamandır içimde bir boşluk
Nedeni belli bir boşluk
Canından bir parçanın kopup gitmesinin acısı bu
Onsuz olmanın acısı
Onu sonsuz yolculuğuna uğurlamış olmanın acısı
İnsan acıları tattıkça olgunlaşıyormuş meğer
Sevdiklerini kaybedince anlıyormuş hayatın ölümlü olduğunu
Hep ölüm bize uzak başkalarına yakın sanırdım bende
Ama gerçekler öyle değilmiş işte
Bir sabah kalktığınızda
Nerden bilebilirsiniz
Can tanenizi kaybetmiş olabileceğinizi
Onsuz bir hayata devam edeceğinizi
Hayatta çok önemli bir şey var
Sevdiklerinin kıymetini hayattalar iken bileceksin
Nerden bilirdim seni son kez gördüğümde
Son görüşmemiz olduğunu
Son kez sana sarıldığımı
Son kez baba dediğimi
Son kez öptüğümü
O güzel yüzüne son kez baktığımı
Kimseler yaşamasın diye yazıyorum
Değerlerini bilsinler sevdiklerinin diye
Onları kaybettiğinizde
Pişmanlık duymasınlar diye
Son kez şöle yapsaydım demesinler diye
Allah kimseyi sevdiklerinden ayırmasın
Beni de geri kalan canlarımdan ayırmasın!

------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------
Peri Kadın
Harflerin Boyutu : A A A A A A Gözlerinden damlayan her yığılı sancının sana kattığı onca acı ve acının sana vermiş olduğu bir sancı.

Sen ki; dünyayı önüne seren kadın;
Sen ki yalnızlığıyla barışık olan;
Sen ki hayalleri için yaşayan. Nerdesin şimdi?

Şimdilerde yaşadığın, geçmişinin izlerinin seni sürüklediği bu dayanılmaz acı da ne?
Sen yüreğini bir parmaklığa kapatmış aydınlık yüzü olan kadın! Nerelerdesin şimdi?

Kayıp mı edildin, kendin mi kayboldun?
Kaybolduğun yol da kim seni sürükledi bu dayanılmaz acıya.
Sevgiyle bütünleşen kalbini şimdi niye dikenler kaplamış,

Sen içindeki tüm sesleri havalandıran sonsuz güce sahip kadın, şimdi nerede senin o sonsuzluğun?
Sonsuzluğu nerede kaybettin ve yokluğun nerede başladı?
Seni yalnızlığa iten neydi ki, sen bunca zamana rağmen kendini hiç oradan kurtarmadın?
Kurtaramadığın zamanların zamansız acılarla kaplı olduğunu niye bu kadar geç anladın?

Sana ait olduğunu bildiğin tüm yalnızlık tabularında şimdi neden boğuluyorsun?
Bu denizler senin sularındı, kendi sularında neden dibe batıyorsun?
Yoksa taş mı bağladılar bir daha çıkma diye?
Yoksa sürüklendin mi gelgitlerde?

Aşk senin için nerede başladı ve nerede bitti?
Dünya senin için ne zaman döndü ve ne ara durdu?
Yalnızlık ne zamandan beri sana böylesine düşman oldu?

Uyan artık uyan peri kadın!
Uyan; yoksa bir daha asla gözlerini açamayacaksın.
Uyan; yoksa kaybettiğin zamanı hiçbir zaman geri alamayacaksın.
Uyan; uyan ki, bu içindeki çimenlik tekrar kır çiçekleri açsın.
Uyan;

Uyan yoksa…
Olduğun yerde öylece kuruyacaksın…

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Kalbim

Harflerin Boyutu : AAAAAAA


 

 

 Bizim adımızın var olduğu ama kimsenin bilmediği güzel sokaklar vardı her zaman burada adımız var ama kimseler yoktu. Gizli kapaklı kalmış sevdalarımız ve içimizde acıyan bir yaramız her zaman var oldu hep bir şeylerin özlemi bir şeylerin sevdası oldu içimizde ne zaman ağlayıp ne zaman güleceğimiz hiç belli olmadı.. Hep rolleri başkası verdi elimize her zaman .. hiç bir zaman hiç bir sahnede assolit olarak oynamadım ama tek bildiğimiz ise Bizim adımızın var olduğu ama kimsenin bilmediği güzel sokaklar vardı..

 Her gün gülmek için de bir sebebimiz vardı. Kimi zaman durgun kimi zaman yorgun kimi zamanda bize atılan bir kazığın hesabını sormak için mücadele verdiğimiz ve her mücalenin sonunda yenik düştüğümüz kimsenin bilmediği ama bizim adımızın her zaman var olduğu güzel sokaklar vardı..

 Sabahları kalktığımızda odamıza vuran hafif bir güneş ışığı ve kimsenin veremediği sıcaklık vardı. Güneş o sokaklarda sadece ama sadece bizim için doğar sadece bize verirdi sıcaklığını..

 Hep hayalini kurduk yarınların hep elinden tutup yürüyeceğimiz bir sevgili ve her sabah kalktığımızda onun verdiği mutlulukla yola çıkmak onun huzurunu yaşamak ve her gece başımızı yastığımıza koyduğumuzda onu düşüneceğimiz ve her gece başını yastığına koyduğunda bizi düşünen bir sevgiliyi.. Hep ama Hep hayalini kurduk…

 Bizim hayallerimizin yaşadığı duygularımızın sınırsızca kol gezdiği ve kimsenin karışamadığı Ve sadece ama sadece bizim adımızın var olduğum kimsenin bilmediği sokaklar vardı….

 İşte o sokak her zaman var olacaktı. Taki bir gün bu beden toprak olup yok oluncaya dek… işte o sokaklar kalbimizin tam ortasında idi.. Bizimle doğdu bizimle yaşadı bizden başka kimse bilmedi sadece bizim adımız ve gizli kapaklı kalmış sevdalarımızın adının varlığı ile.. Ve kimsenin bilmediği ama bizim adımızın var olduğu, güzel sokaklar vardı….!

 
ESMER  
   
ÜZÜMLÜ  
  dağından güneş aşıyor
üzümlü karakoluna mermi yağıyor
yaklaşan her canlıya mezar oluyor
neyini anlatayım üzümlü senin

bayrak tepe dedikleri askeriye değil
her tarafı terör yatağı
dalgalanıyor türkün bayrağı
neyini anlatayım üzümlü senin

kuzeyi ırak güneyi iran
her tarafı kokar barut kan
kurşunlar yağıyor burada
neyini anlatayım üzümlü senin

birgün duyulursa ölüm haberim
toprağa saçılır kanlı bedenin
ibret olsun benim kaderim
neyini anlatayım üzümlü senin

lanet okuyorum doğduğum güne
mutlu olmak hakkım olsa bile
ölüm soğuk ama kaçılmıyor
ne kadar pişman olursan ol diyor
neyini anlatayım üzümlü senin
 
BEDDUA  
  Sana her gece dua ediyorum
Sevdiğim için değil,beter olasın diye
Allahımdan bir tek şey diliyorum bana çektirdiğin acıları sanada çektirsin diye,;
Geceleri göz yaşlarının yaş olarak değil kan olarak akmasını istiyorum
Benden gittiğine bir gün pişman olacaksın,
Çünkü benden çok seveni sen istesende asla bulamazsın
Pişman olacaksın aşk yolunda bir tek ben değil sende bir gül gibi solasın sende benim yandığım gibi yanasın sen de benim gibi her gece göz yaşı akıtasın
SENİN GİBİ KALP KIRINLAR BU DÜNYADA YAŞAMASIN KAYBOLSUN
Nefretlerim teker teker kaybolsun....

-----------------------------------
-----------------------------------
NEFRET

ayrıldık işte sevgilim seninle
herşeyi unutmak mümkünmü sence
hiç yoktan bu aşkı bitirdik diye
anılar pişmanlık getirmezmi bize

sen bir zalime ben bir zalime
düşmezmi kalbimiz binbir derlere
tertemiz aşkımıza kıydık diye
bundan sonra kader gülermi bize

anılar yolumuzu kezmezmi bizim
pişmanlık kapımızı çalmazmı bizim
bu aşkı siz nasıl yıktınız diye
hatıralar içimizi yakmazmı bizim
---------------------------------------
senden istediğim sadece sevgiydi.
sevdin ama belli etmedin.
oysa ki ben ilgi istedim
beni her görüşünde
sevgini hissettirmeni istedim
sen bunların hiç birii yapamadın.
bundan sonra hayatımdan ne sen varsın
nede kalbimdeki aşkın
ben seni çoktan unuttum
ama sen beni unutamayacaksın
istesende unutamayacaksın
 
AYRILIK  
  Bir günün akşamüstüydü beni bırakıp gittiğin gün batımında sağanak
şekilde yağan yağmurun sesi beni rahatlatırken
senin söylediklerinde kulaklarımda yankılanıyordu... Herkes yağmurun
keyfini sürerken sen beni terk etmiştin
ne çaresiz ne yalnız kalmıştım değil mi?? Oysa ne çok sevmişim seni,
kendimi yalan sözlerle avuturken nasılda aşık olmuşum sana... Şimdi
yoksun yanımda, unuttun belki beni bugün ayrılığımızın ilk günü ama sen
ne kadar da çabuk sildin beni ben yine boynu
bükük kaldım, artık yalan sözler avutmuyor beni, inandıramıyorum
kendimi her günün akşamüstü, her güneşin battığı vakit tekrar
yaşıyorum seni... Yalnızlığın bu kadar zor olduğunu hiç tahmin
edememiştim... Terk edilmenin mi yoksa yalnız kalmanın mı acısı vardı
içimde?? Şimdi kim dinleyecek beni? Kim tutacak ellerimden?? Hayata
nasıl tekrar tutunacağım?? Şimdi düşünüyorum da ben seni
bu kadar çok düşünürken sen beni hatırlıyor musun hiç?? Sen benim
beynimi bu kadar meşgul ederken ben senin aklına
Geliyor muyum? Eğer ki bir gün, bir an aklına gelirsem sana
söylediklerimi hatırla... ''Ben senin yalnızlığını paylaşmak istiyorum,
yaslanmak istediğinde bi omuz olabilmek, sıcak bir el uzatabilmek
istiyorum...'' Sonra istersen sil beni aklından
ama sıcak bir ele hasret kaldığında, her yağmurlu günde, kendini
çaresiz hissettiğin her anda hatırla beni hatırla ve düşün
ben kaybettiğim sen içinde bu kadar çok şey kazanmışken sende
kaybettiğin şu koca aşka yan.!

Ama her şeye rağmen mutlu ol ve kimsenin seni üzmesine izin verme
eğer ki gittiğin yolda bir gün tek kalırsan arkanı dön ve bak
işte orada ben varım...
-----------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------

Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.
Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum,
seninle konuşuyorum... Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım,
sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım,
kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...

Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysem de, engel olamadım gurursuz
ama umutlu hasretine... Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum,
imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor... Bir çocuk gibi
isteklerimi bastıramıyorum... Çalmayan telefonuma elim gidiyor,
sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum... Bende olan seni,
hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de, sendeki benin
nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum...

İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum!
Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı...
Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım
anılarım dışında... Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hıhzırca sırıtıyor, ben görmemeye
çalışıyorum... Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...
Belki de görmeyi istemek gerekiyordu... Gözlerini aç desem kapatacaksın
ama kapatma gözlerini! Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım
falıma... Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş
itiraf etti sonunda... Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı,
kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini,
sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi,
dokunacaktım, sarılacaktım. Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de
hiç niyetin yoktu aslında... Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum...

Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi
ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş
gibi geliyor... Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi
bana...
Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde,
gecede, uykumda... Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki?
Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana...
Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım... Ayak uyduramadım
yorgunluğuna... Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım...

Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın;
dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın oldum...
Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum... İnanamadığın, Yenemediğin,
üzerinden atlayamadığın korkuların oldum... Ağladığın, bağırdığın ya da
sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum...
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve tozlanacak olan
bir anı oldum... Haketmediklerin, artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak
isterken
belki de hiçbir şeyin oldum... Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim...
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan
ama bir ömür gibi gelen aşk... Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini,
öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni halen
benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların
sonunda olması acıtıyor içimi... Suskunluğun en büyük silahındı,
suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak...

Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...

Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak
sende daha güzel duruyor... Görüyorsun işte, aşk'a ve sana ihanet etmiyorum.
benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın...

 
ELALEM CÜZDANINI KOYAR BEN YÜREĞİMİ KOYDUM Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol